Anasayfa | Forum Duyuruları | Yönetim | İletişim |
- |
|
Bilim ve Teknoloji Haberleri Internet, bilim, bilişim ve teknoloji dünyasından son haberlerin paylaşılacağı bölüm. |
|
LinkBack | Seçenekler | Görüntüleme stilleri |
01 Temmuz 2023, 15:02 | #1 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Merkür
Merkür Güneş Sistemi’nde yer alan 9 gezegenden en küçüğü ve Güneş’e en yakın olanıdır. Çıplak gözle sadece Güneş ufkun hemen altındayken görülebilir. Kavuşum günü sayısı 116'dır. Merkür gezegenine yalnızca 1 kez Mariner 10 isimli uzay aracı gidebilmiştir. Yazımızda Merkür gezegeninin fiziksel özellikleri ve keşfedilmesinin tarihi hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Güneş Sistemi, Dünya da dâhil olmak üzere, üzerinde birçok gezegeni barındıran bir sistemdir. Güneş Sistemi’nde yörüngeler vardır ve bu yörüngeler güneşten uzaklaştıkça genişlemektedir. İşte bu yörüngelerden güneşe en yakın yörünge üzerinde olan gezegen, yalnızca bir kez görüntülenmiş olan Merkür gezegenidir. Merkür diğer gezegenlere göre aralarında en küçük olan gezegen olarak bilinir. Güneş Sistemi üzerinde toplamda 8 tane gezegen bulunmaktadır ve hepsinin ismi farklı şekillerde ortaya çıkmıştır. Merkür de ismini Roma döneminde almıştır. Roma mitolojisine göre ticaret ve haberleşme tanrısı olan Merkür, gezegenin isim babasıdır. Merkür gezegeni çıplak gözle sadece güneş ufkun hemen altındayken görülebilir. Kavuşum günü sayısı 116 gün olan Merkür, bu sürenin yarısında Güneş’in önünden, yarısında arkasından gitmektedir. Başka bir deyişle yarısında Güneş’in batısında, yarısında doğusunda yer almaktadır. Merkür’ün Özellikleri Nelerdir? Merkür, Güneş Sistemi’nin en küçük gezegenidir. Aynı zamanda güneşe de en yakın gezegen olarak bilinir. Güneşe yakınlığı nedeniyle Merkür hakkındaki bilgiler sınırlı olmaktadır. Çünkü bu gezegene gitmek ve onu incelemek sıcaklık nedeniyle çok zordur. Merkür gezegenine yalnızca 1 kez Mariner 10 isimli uzay aracı gidebilmiştir, ama yine de Merkür hakkında bilgi edinilememiştir. Merkür gezegeninin bilinen bir uydusu bulunmamaktadır. Gezegenler sınıflandırılmıştır, ama Merkür hakkındaki bilgilerin kısıtlılığı nedeniyle Merkür gezegeninin kaya sınıfına mı, yoksa yer benzeri sınıfına mı girdiği bilinmemektedir. Merkür çıplak gözle izlenebilen sayılı gezegenlerden bir tanesidir. Çıplak gözle izlenebilen toplam 5 gezegen bulunmaktadır. Bu gezegenlere güneş sisteminin en küçük gezegeni olan Merkür de dâhildir. Güneşe en yakın gezegen olan Merkür’ün yeryüzünden izlenmesi çok güç ve nadir bir durumdur. Merkür Gezegeninin Fiziksel Özellikleri Merkür gezegeni Dünya ile hemen hemen yakın bir yoğunluğa sahiptir. Yoğunluk bakımından, Dünya’dan sonraki en yoğun gezegendir. Yapısal olarak çok katı olduğu bilinmektedir. Güneşe en yakın gezegen olan Merkür’ün sıcaklığından dolayı çok fazla araştırma yapılması mümkün değildir. Merkür gezegeninde etkili bir atmosfer olmadığından 475’lere çıkan ısı, geceleri -175’lere kadar düşebilmektedir. Çok koyu renkte bir dış yüzeysel görüntüye sahip olan bu gezegen, güneşe en yakın gezegen olmasına rağmen kendisine gelen ışınların yalnızca %10’unu yansıtabilmektedir. Merkür Nasıl Tanınmıştır, Tarihçesi Nedir? Tarihi bilgiler Merkür gezegeninin, Ay, Güneş, Venüs, Mars, Jüpiter, ve Satürn ile birlikte diğer yıldızlardan farklı olmasıyla fark edildiğini göstermektedir. Bu farklı göktaşlarının 7 tane olması nedeniyle, tarihi çağlarda haftanın günlerine ismini verdiği düşünülebilir. Ayrıca ilk bilinen gezegenlerden olan Merkür astroloji için önemli bir gezegendir. Yunan mitolojisine göre sabah görülen Merkür Helles, akşam görülen ise Apollo ismi ile anılırdı. Yunan filozoflarından Pisagor aslında sabah ve akşam görülen bu yıldızın aynı yıldız olduğunu ortaya çıkardı. Gelişmeler birbirini izledi ve Merkür gezegeninin kendi etrafında döndüğünü de yine yunan filozofu Heraklit ortaya çıkardı. 1630’lu yıllardan başlayıp 1680’li yıllara kadar, İtalyan gökbilimci Zupi, Merkür’ü inceledi ve hem kendi etrafında döndüğünü, hem de güneşin etrafında döndüğünü ortaya attı. O dönemlerde yapılan çalışmalar yalnızca teleskop yardımıyla yapılıyordu ve bu da savunulan tezlerin yanlışlık payının yüksek olabileceğine işaretti. Buna bağlı olarak 1960’lı yıllarda Michigan Üniversitesi bir araştırma yaptı ve Merkür ile ilgili o güne kadar yapılmış en geniş bilgilere ulaştı. Geçmişte ortaya atılan birçok tez çürümüştü ve yerine daha mantıklı cevaplar üretebilen yeni iddialar gelmişti. Bu yüzden de yapılan ilk bilimsel araştırma olarak kabul edilebilir. Merkür gezegeni ile ilgili yapılan son araştırmalardan olan 1991 tarihli Arecibo radyo teleskop gözlemleri Merkür üzerinde su birikintilerinin olabileceğini ortaya çıkardı. Bu süre içerisinde Merkür ve diğer gezegenlerle ilgili çok araştırma yapılmıştır. |
01 Temmuz 2023, 15:02 | #2 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Venüs
Çoban Yıldızı” diğer adıyla Venüs, Güneş Sistemi’nde yer alan gezegenlerden biridir. Bundan başka; Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı veya Tan Yıldızı gibi isimlerle de bilinmektedir. Venüs'ün Güneş etrafında dönme hızı, kendi etrafında dönme hızından daha fazladır. Güneş’e uzaklık bakımından ikinci sırada yer alan Venüs’ün genel ve fiziksel özellikleri ile Güneş Sistemi’ndeki önemi makalemizde anlatılmıştır. Venüs Gezegeni, Güneş Sistemi’nde, güneşe uzaklık bakımından ikinci, sıcaklık bakımından da birinci sıradaki gezegendir. Bu gezegen adını, eski Roma Tanrıçası, Yunan mitolojisinde Afrodit adıyla bilinen Venüs gezeninden almaktadır. Kendi ekseni etrafında, Güneş sistemindeki diğer tüm gezegenlerin aksi istikamette döner. Büyüklük olarak Dünya ile benzerlik gösterdiği için Dünya ile kardeş gezegen veya Dünya’nın ikizi olarak da bilinmektedir. Güneşe yakın konumda bulunduğu için ve yörüngesi, Dünya’nın yörüngesine göre Güneş’e daha yakın olduğu için yeryüzünden sadece Güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Bu sebeple Venüs Akşam Yıldızı, Sabah Yıldızı veya Tan Yıldızı olarak adlandırılır. Diğer adı da Çoban Yıldızıdır. Venüs Gezegeni’ne çok sayıda uzay aracı gönderilmiştir. İlk olarak, Sputnik 7 Uzay aracı, 4 Şubat 1961 yılında gönderilmiş ve yer yörüngesinden ayrılamadığı için başarısız olmuştur. İlk başarılı ABD Uzay aracı Meriner 2, 27 Ağustos 1962 yılında fırlatılmıştır. Gezegenin 35.000 km yakınından geçen Meriner 2 Uzay aracı, 42 dakika süren bilimsel gözlemleri ile Venüs gezegeni hakkında yeni bilgiler elde etmiştir. Venüs Gezegeninin Özellikleri Nelerdir? Venüs Gezegeninin takip etmiş olduğu yol, Merkür ve Dünya’nın arasında yer almaktadır. Diğer gezegenler gibi Venüs de yansıyan Güneş ışıkları ile parlar. Dünyadan göründüğü kadarı ile Venüs, diğer gezegenlerden daha parlaktır. Bu durum Dünya’ya yakın olması ve yüksek yansıma özelliği olan bulutlar ile kaplı olmasından kaynaklanır. Kalın bir atmosfere sahip olan Venüs, Güneş ışığının %76’sını geri yansıtır. Dünya’ya Ay’dan sonra en yakın gezegen Venüs’tür. Venüs’ün diğer gezegenlerden farklı ve ilginç yanları vardır; Güneş etrafındaki dönme hızı kendi etrafında dönme hızından daha fazladır (bir yılı, bir gününden daha uzun olması). Güneş etrafında dönme süresi 224 gün, kendi ekseni etrafında dönme süresi 243 gündür. Ayrıca, diğer gezegenlerin dönüşü saat yönünde olurken, Venüs tam aksine saatin tersi yönünde ve oldukça yavaş bir şekilde dönmektedir. Çıplak gözle görülebiliyor olmasına rağmen yüzeyinin incelenmesi mümkün değildir. Bunun nedeni de çok yoğun bir atmosfere sahip olmasıdır. % 93 oranında Karbondioksit, % 2 oranında Azot ve az miktarda değişik gazlardan oluşan atmosferi, Güneş’ten gelen ışınları, bir ayna gibi geri yansıtır. Venüs’e, 1961 yılından itibaren gönderilen Uzay Sondaları sayesinde, yüzeyinin % 90 haritası çıkarılmıştır. Elde edilen veriler, Venüs’ün volkanik bir dünya olduğunu göstermektedir. Bu gezegenin yüzeyi radar ile görüldüğü kadarı ile tepelik, dağlık olup kraterler vardır. Bitki ve hayvanların Venüs’te yaşaması mümkün değildir; çok sıcak, susuz ve oksijensiz bir ortamdır. Venüs Gezegeninin Fiziksel Özellikleri Nelerdir? Venüs Gezegeninin dikkate değer bir manyetik alanı bulunmamaktadır, ancak iyonosfer ile Güneş rüzgârı, bir şok dalgası oluşturacak şekilde etkileşmektedir. Venüs atmosferinde, hidrojen bulunmaktadır ve izotop dağılımına dayanılarak bu hidrojenin Güneş kaynaklı olduğu saptanmıştır. Atmosferinde düşük oranda hidroklorik asit, hidroflorik asit, iyot ve brom bulunmaktadır. Güneş Sisteminde Venüs’ün Yeri Bazı özellikler Venüs Gezegenini özel yapmaktadır. Venüs kendine ait fizistrospedi parçalama ve trospinakolitan perazmına sahiptir. Dünyaya yörünge olarak en yakın gezegendir. Yeryüzünden incelendiğinde en parlak gözüken gezegendir. Yüzey sıcaklığı en yüksek gezegendir. Yere benzeyen gezegenler arasında, atmosfer yoğunluğu en fazla olan gezegendir. En çok merak edilen ve bu nedenle de Dünya’dan uzay aracı gönderilen gezegendir. Ekseni etrafında ters döner. Venüs Gezegeninin Tarihçesi Günümüze ulaşan en eski, gökbilimsel belge olan ve MÖ. 7. yüzyıla ait olduğu sanılan, Ammisaduga tabletinde Babillerin, MÖ 1700-1400 yılları arasında yapmış oldukları Venüs gözlemlerinden söz edilmektedir. Orta Amerika, Eski Mezopotamya ve Uzak Doğu kültürleri üzerinde, Venüs’ün önemli bir yeri olmuş, çeşitli mitlerde yer almıştır |
01 Temmuz 2023, 15:03 | #3 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Mars
Böyle bir çalışmayı yapmamın amacı bugüne kadar Mars hakkında yayımlanmış bütün bilgileri bir nebze de olsa bir çatı altına toplamaktır.Eski zamanlardan beri insanoğlu bu gizemli gezegenle çok ilgilenmiştir.Onu gözlemlemiş,onu araştırmıştır.Hatta onda hayat bile aramıştır.Tabi bu kadar çok ilgilendiği bu gezegen hakkında da yüzlerce sayfa bilgi edinmiştir ve o bilgileri diğer insanlarla paylaşmıştır.İlerleyen teknoloji gözlem araçlarını daha güçlü kıldığında daha yeni bulgular elde edildi ve eski bilgiler geçerliliğini yitirdi.Bu çalışmanın amacı da bu güne kadar elde edilen bütün bulguları ve son gelişmeleri bir yere toplamaktır.Umarım bunu doğru bir şekilde yaparım ve okuyucuların meraklarını tatmin edebilirim.Bilgi hazinesine hoş geldiniz… · MARS’A İLİŞKİN BİLGİLER GÜNEŞ’TEN ORTALAMA UZAKLIK : 228 Milyon kilometre ORTALAMA YÜZEY SICAKLIĞI : -230C YIL UZUNLUĞU : 687 Dünya günü ATMOSFER YAPISI : %95 karbondioksit,%3 azot, %1,6 argon GÜN UZUNLUĞU : 24 saat 27 dakika 22,6 saniye. ÇAP : 6787 kilometre KÜTLE : 0,11(Dünya:1) AĞIRLIK : 6,42x1023 kg YÜZEYİNDEKİ ORTALAMA ÇEKİM KUVVETİ : 0.38(Dünya:1) KAÇIŞ HIZI : 5000 m/s ORTALAMA YOĞUNLUK : 3940 kg/m3 · GENEL ÖZELLİKLER Mars yada Merih,Güneş’e uzaklık bakımından dördüncü sırada yer alır.Dünyayla olan benzerliklerinden ve yüzey görünümünün sürekli olarak değişmesinden ötürü her zaman astronomların özel ilgisini çekmiştir.Mars’ın Güneş’ten ortalama uzaklığı 228 mln.kilometredir.Eliptik yörüngesi oldukça dışmerkezli olduğundan Güneş ile arasındaki mesafe çok değişkendir.Bu uzaklık,Mars günöte noktasındayken yaklaşık 248 000 000 km;günberi noktasındayken ise yaklaşık 208 000 000 km.dir.Bunun Mars yılı içinde yer alan mevsimlerin üzerindeki etkisi büyüktür.Ekseninin eğikliği Dünyanınkine çok yakındır:240.(Dünya=23,50).Dünyada olduğu gibi güney yarıkürede yaz mevsimi gezegenin Güneş’e en yakın olduğu zamanlarda yaşanır.Dolayısıyla buradaki yaz kuzey yarıküreye göre daha kısa ve sıcak;kış daha uzun ve soğuk geçer.Mars biraz serin bir gezegendir.”Sıcak” bir yaz gününde ekvatordaki sıcaklık 100C’a kadar çıkabilir,ancak herhangi bir Mars gecesi Dünyadaki herhangi bir kutup gecesinden daha soğuk olacaktır.Eksensel dönme süresi 24 saat 27 dakika 22,6 saniyedir.Bu değerin bu kadar kesin bir şekilde bilinmesinin sebebi, Mars yüzeyindeki şekillerin apaçık görünebilmesi ile ilişkilidir.Bir şekli gözlemleyerek onun aynı noktadan iki kere geçişi arasındaki süre hesaplanır ve gezegenin dönüş süresi bulunur. Mars yaklaşık 780 günlük aralıklarla karşı-konuma gelir.En son mart 1997’de bu durumda bulundu.Bir daha nisan 1998’de karşı-konuma gelecektir.Fakat Mars’ın yörüngesinin dışmerkezli oluşu karşı-konumların hepsinin aynı olmamasını beraberinde getirir.Örneğin 1988’deki karşı-konum Mars günberi noktasının yakınındayken gerçekleşti(bu sırada Dünyaya 584 mln.km. uzaklıktaydı).Ama 1995’tekinde günöte noktasında oldu.Bu sırada Dünyaya olan uzaklığı 101 mln.km idi.Mars Dünyaya yakın iken gökyüzündeki cisimlerin neredeyse hepsinden(Güneş,Ay ve Venüs hariç) daha parlak olur.Ama karşı-konum sonrasında ikinci kadirden bir gök cismi kadar parlak görülür.Verilen bilgilere göre Mars,1917’de aşırı parlakmış;hatta o kadar parlakmış ki insanlar kırmızı bir kuyrukluyıldızın Dünyaya çarpacağını sanarak alarma geçmişler! Teleskopla bakıldığında Mars her zaman Ay’ın dolunay şeklinde olduğu gibi görülür.Bunun nedeni onun bir dış gezegen olmasıdır(Mars’tan sonraki bütün gezegenler dış gezegendir.Merkür ve Venüs iç gezegendir) Hiç bir zaman yarım yada hilal şeklinde görünemez,en azından Dünyadan. Astronomik ölçütlere göre bize yakın sayılabilecek olan Mars’ın gözlemlenmesi hiç de kolay değildir.Bunun ilk nedeni küçük olmasıdır.Çapı 6790 km. kadardır.Yani Mars,Dünya ile Ay arasında bir büyüklüğe sahiptir.Yakın bir karşı-konumda olmadığı sürece yüzeyindeki şekilleri ayırdetmek sadece çok güçlü teleskoplarla olanaklıdır.Zaten 20.yy öncesi çok çeşitli tartışmalara yol açması da bu yüzdendir. Ay gibi küçük gök cisimlerinin atmosferi yoktur.Fakat Dünya boyutlarındaki bir gezegen sahip olduğu yüksek kurtulma hızı sayesinde kalın bir atmosfer tutabilmektedir.Mars’ın atmosferinin ince olduğu tahmin ediliyordu,fakat 1965 sonrası,oraya gönderilen uyduların verilerine dayanarak onun çok daha ince olduğu anlaşıldı.Hemen hemen bütünüyle CO2 ‘den oluştuğu,ayrıca yaklaşık olarak %2 azot ve %1-2 arasında değişen oranlarda argon içerdiği saptanmıştır.Yüzey basıncı her zaman 10 milibardan düşüktür,ki bu neredeyse bizim ‘laboratuar boşluğu’ olarak kabul ettiğimiz değerdir.Atmosferdeki su buharı miktarının çok düşük olmasına rağmen sık sık bulut ve pus oluşumlarına,hatta bazen don olaylarına rastlanır.Mars’taki atmosfer hareketleri çok güçlüdür.Yüzeyinde esen rüzgarların hızı çok yüksektir ve günlerce hatta haftalarca sürebilecek kum fırtınalarına sebep olurlar.Bu durumda hiç bir Dünyalı varlık orada yaşayamaz,onun için Mars’ta gelişik bir hayatın var olduğu yönündeki iddialar tamamen asılsızdır.Belki bazı an aerobik mikroskobik canlılar vardır ama gelişkin bir hayat ihtimali çok çok uzaktır. YÜZEY ŞEKİLLERİ Onları ilk olarak 1659 gibi eski bir tarihte Hollandalı astronom Christiaan Huygens çizmiştir.Onun yaptığı ‘V’ biçimli koyu renkli şekil kolayca tanınır.Şeklin ismi “Syrtis Major”dur.Mars yüzeyinin büyük bir kısmı kırmızıyken kutup bölgeleri beyazdır.Buralara “kutup takkeleri” denir ve buzla kaplıdırlar. Bu buz donmuş CO2’tir.Kuzey buzul takkesinde az miktarda su buzuna da rastlanmıştır.Kışın kutup takkeleri genişler,yazın ise küçülür;güney buzul takkesi kuzeydekinden her zaman daha büyüktür. İlk Mars haritaları 19.yy ilk yarısında çizilmiştir.Bu haritalar oldukça başarılı sayılır;ayrıca haritalardaki yüzey şekillerine de çok hoş isimler verilmişti.Genel olarak karanlık bölgelerin deniz,açık renkli bölgelerin de kara olduğu varsayılıyordu.Onlara gezegeni gözlemleyen gök bilimcilerin isimleri veriliyordu. Örnek olarak Madler Kıtası,Lassel arazisi gibi.Daha sonra 1877’de İtalyan gök bilimci Giovanni Virginio Schiaparelli kullandığı 22 cm.lik mercekli teleskop ile bir dizi gözlem yaptı ve terminolojiyi değiştirdi.Beer Kıtası,Lockyer Arazisi gibi isimler gitti,yerlerini Solis Lacus,Chryse,Utopia ve Margaritifer Sinus gibi isimler aldı. Yine o tarihlerde karanlık bölgelerin bitkilerle kaplı eski deniz yatakları veya bataklıklar olduğu yönünde iddialar vardı.Schiaparelli tüm yüzey şekillerini dikkatli bir şekilde çizmişti,ama haritasında ne oldukları anlaşılamayan bazı şekiller de vardı.Kırmızı çölleri boydan boya geçen bu çizgilere İtalyanca’da ‘oluk’ anlamına gelen canalli ismini verdi.Ancak bu sözcük İngilizce’ye ‘kanal’ olarak çevrilince ünlü Mars kanalları hikayesinin de temelleri atıldı.Schiaparelli’nin haritasında kanal ağı neredeyse simetrik bir yapıya sahipti.Tüm bunların yanında Schiaparelli bir de bazı kanalların yanında onlarla tamamen aynı birer kanal daha uzandığını söyleyince işler tamamen karıştı. Bir süre boyunca bu kanalları gören başka kimse çıkmadı.Ancak 1886 senesinde,Perrotin ve Thollon adlı iki Fransız gözlemci Nice’deki güçlü teleskop vasıtasıyla onları gördüklerini iddia ettiler.Kanallar gene ilgi odağı olmuşlardı.Schiaparelli bile onların varlığı karşısında şüpheye düşerken zengin bir Amerikalı olan Percival Lowell kendinden çok emindi.O kadar ki Arizona Flagstaff’ta gezegeni gözlemlemek için özel olarak bir gözlemevi kurdurmuştu.Ölümüne kadar(1916) yüzlerce çizim yapmıştı.Çizimlerinde doğal yollardan oluşması imkansız gibi duran bir kanal sistemi görünüyordu.Lowell,bunun Marslılar tarafından buzlarla kaplı kutuplardan,ekvatora yakın kuru bölgelere su taşıma amacıyla yapılmış suni bir sulama ağı olduğundan emindi. Lowell gözlemlerini yaparken 60 cm.lik bir mercekli teleskop kullanıyordu.Bu teleskop türünün en gelişmiş örneklerinden birisidir.Fakat onunla yapılan Mars gözlemleri sonucu bir kanal sistemine rastlanmamıştır.Ayrıca çekilen fotoğraflarda da kanallara rastlanmamıştır.Sorun 1965 yılında Mars yakınlarından geçen ilk uzay aracının gönderdiği yakın plan fotoğraflar sayesinde çözüldü.Mars üzerinde kanal olarak adlandırılabilecek hiç bir şey yoktu. Bundan başka uzay araçlarının verilerine dayanarak hazırlanan bir haritayla Lowell’in çizdiği harita karşılaştırılmıştır ve birbirlerine hiç uymadıkları görülmüştür.Kanallar sadece basit bir göz yanılmasıydı ve bu tartışma da böylece sona ermiş oldu. Yüzey şekilleri arasında en yüksek mevkiyi hiç kuşkusuz Olympus Dağı hak ediyor.Bu dağ aslında sönmüş bir volkandır.24 km.lik yüksekliğiyle Dünyada bulunan Everest tepesinden üç kat daha yüksektir ve Güneş Sisteminin en yüksek yerini teşkil ediyor.Tepesinde 85 km. çapında bir krater bulunmaktadır;taban uzunluğu ise yaklaşık 600 km.dir. Onun bir volkan olabileceği Mariner 9’un araştırma uçuşundan önce hiç kimsenin aklına gelmemişti.Ayrıca Tharsis Yaylası’nda bulunan sıra dağları oluşturan üç büyük volkan daha vardır.Bunlar,Pavonis,Arsia ve Ascraeus Dağlarıdır.Bu yüzey şekillerinin hepsi Dünyadan görülebilir. Mars’ta bir de Valles Marineris gibi kanyonlar vardır.Valles Marineris’in toplam uzunluğu 4500 km.yi bulur;genişliğinin 600 km.ye ve derinliğinin 7 km.ye kadar çıktığı görülür.Bu haliyle Colorado’daki ”Büyük Kanyon”u gölgede bırakır. Valles Marineris’in,gezegenin kayaç yapılı kabuk katmanının bir bölümünün çökmesi sonucunda ortaya çıktığı sanılmaktadır.Daha da karmaşık bir sistem olan Noctis Labyrinthus’un(Avize adıyla bilinir) ise fotoğrafına bakıldığında dağılımının gerçekten de bu adı hakkedecek kadar bir avizeye benzediği görülür. Mars’ın iki yarıküresi birbirine benzemez.Gezegenin güney kesimi daha yükseltilidir,daha kraterli bir yapıdadır ve daha eskidir.Ancak yine de bu yarıkürede Hellas ve Argyre adlı iki derin ve düzgün şekilli havza vardır.Kuzey yarıküre ise güneye göre daha genç,daha alçak ve daha az kraterli bir yapıdadır.Tharsis Yaylası’nın bir kısmı da buradadır.Gezegen üzerindeki en koyu renkli bölge olan Syrtis Major,ekvatorun hemen kuzeyindedir.Daha kuzeyde karanlık bir bölge daha vardır;bu üçgen biçimli şekil Acidalia Planitia’dir(Resmi adı Mare Acidalium’dur).Bu isimlerin çoğu Antoniadi’den kalmıştır.Antoniadi’nin yaptığı Mars haritası yine kendi yaptığı Merkür haritasıyla karşılaştırıldığında çok daha doğrudur. Eski dere yataklarına benzeyen bazı şekiller de vardır.Hatta ortalarında ‘adalar’ olanlarına bile rastlanır.Bu da geçmişteki Mars’ın kalın atmosferi ve akarsuları ile bugünkünden daha sıcak ve sevimli bir yer olduğunu gösterir.Kutup takkeleri de birbirinden farklıdır.Güney kutbundaki takke,üstünde CO2 buzunun bulunduğu su buzu ile kaplıdır.Kuzey kutbundakinin bileşimi ise daha farklıdır.Ayrıca güney yarıküredeki iklim kuzeydekinden farklıdır.Geçmişte akan sular bulunduğuna dair kanıtlarımızın olduğunu yazmıştık.Bu durumdan Mars iklimlerinin çok değişken olduğu sonucu çıkarılabilir.Üstelik büyük bir olasılıkla gezegenin kabuğunun çok da altında olmayan bir yerde buz bulunuyor.Bu da Mars’ın,Ay’dan farklı olarak,oluşumundan beri kuru olmadığı anlamına geliyor.Ayrıca geçmişte yaşanmış sel baskınlarının izleri de görülüyor.Bu bilgilerin ışığında Mars’ta bir zamanlar hayat olduğunu;ama şimdi bu hayatın ya bilinmeyen nedenlerle yok olduğunu ya da uzun bir kış uykusuna yattığını söyleyebiliriz. 1975'te atılan ve 1976'da Mars'a ulaşan Viking 1 ve Viking 2 uzay araçları gezegenin yüzeyine inince bilim dünyası derin bir nefes aldı.Evet,Mars'ta yaşam yoktu ama araçların analiz ettiği toprak dünyadakine benziyordu.Sadece demir yönünden zengin,alüminyum yönünden fakirdi. · MARS’IN UYDULARI Mars gezegeninin Phobos ve Deimos adlarında iki uydusu vardır.İkisi de 1877 yılında ABD’li astronom Asaph Hall tarafından yürütülen uzun bir çalışmanın sonunda keşfedilmiştir.Phobos,eski Yunanca’da “korku”,Deimos ise “dehşet” anlamına gelir.İkisi de savaş tanrısı Mars’ın oğullarının ismidir.Bu uydular küçük ve şekilsizdirler. Phobos,27x22,5x19 km. büyüklüğündedir. Deimos ise 9,5x11x14,5 km. kadardır.Mariner 9 ve Viking tarafından çekilen yakın plan fotoğrafları ikisinin de kraterli bir yapıya sahip olduğunu göstermiştir. Phobos’un üzerinde 5 km. çapında bir krater var.Eğer bu krater bir gök taşı çarpması sonucu oluştuysa bu uydunun büyük bir felaketten kıl payı kurtulduğu söylenebilir.Bu küçük uydular,büyük bir ihtimalle,bir zamanlar küçük gezegenlerken Mars tarafından yakalanmış ve onun uydusu haline gelmişlerdir. Mars yüzeyinin 5800 km. kadar yukarısında hareket eden Phobos’un dolanım süresi 7 saat 39 dakikadır ki bu süre bir Mars sol’ünden daha kısadır.Gezegen üzerindeki bir gözlemci, Phobos’un batıdan doğduktan 4,5 saat sonra doğudan battığını görecektir;üstelik uydu bu sırada “yeni”den “dolun”a kadar olan evrelerin yarısından fazlasını geçirecektir.Görülebilir iki doğuş arasındaki süre 11 saatten biraz fazla olacaktır.Mars yüzeyinden yaklaşık 20 000 km. yukarıda dolanan Deimos’un dolanım süresi ise 301/4 saattir.Bu iki buçuk sol boyunca ufuk çizgisinin üzerinde kalacağı anlamına gelir.Mars’tan bakıldığında Phobos,Ay’ın Dünyadan göründüğünün üçte biri; Deimos ise dokuzda biri kadar görünecektir.Ufkun üzerinde bulundukları sürenin büyük bir kısmında Mars’ın gölgesinde olacaklardır.Ayrıca Deimos’un evrelerini çıplak gözle görmek pek kolay olmayacaktır.Sık sık Güneş ile Mars’ın arasından geçerler.Phobos bir Mars yılı içerisinde tam 1300 kere Güneş’in önünden geçer ve bu yolculuğu 20 saniye kadar sürer.Bu iki gök cismi son derece soluktur;ayrıca bir de Mars’ın parlaklığı içinde kalırlar.38 cm.lik aynalı teleskopla tutulmalarda kullanılan bir tür göz merceği ile ikisi de görülebilir,ama bu pek kolay olmaz.Bir gün doğal uzay istasyonu olarak kullanılabilirler;ama kütle çekimleri çok küçük olduğundan onlara inmek bir “rıhtıma yanaşmak” gibi olacaktır. · MARS İNCELEMELERİ 1960’lara gelindiğinde bilimsel ve teknolojik gelişmeyle birlikte Mars’a olan ilgi uzay çalışmalarında kendini göstermeye başlar.Bu yılda Sovyetler Birliği’ne ait Mars 1960A ve Mars 1960B uzay araçları Mars’ı hedefleyen ilk araçlar olarak yola çıkarlar,fakat her ikisi de Dünyanın yörüngesine dahi ulaşmayı başaramaz.İki yıl sonra yine SSCB’ye ait Sputnik 22,Mars 1 ve Sputnik 24 aynı günde(24 Ekim 1962) Mars yolculuklarına başlarlar.Sputnik’ler Dünya yörüngesinden çıkamazlarken Mars 1 yoluna devam eder,ancak 5 ay sonra onun da Dünya ile iletişimi kopar. 1964’ün Kasım’ında bu sefer Amerikalılar Mariner 3 ve Mariner 4 uzay araçlarını 22 gün arayla fırlatırlar.Bunlardan ilki çıkan bir arıza nedeniyle yanlış yörüngeye girer ve çok büyük bir farkla Mars’ı ıskalar.Ancak Mariner 4 başarıya ulaşan ilk araç olur.Mars ile Dünya arasındaki ve Mars’ın etrafındaki uzay boşluğunda çalışmalar yapmak için 6 bilimsel cihaz ve bir TV kamerası ile donatılmıştır.14 Temmuz 1965’te gezegenin yüzeyine 9825 km. yaklaşır ve 22 yüzey görüntüsü gönderir.Böylece Mars’ın yüzeyinin akıllı canlılar tarafından yapılmış kanallar ile değil ama kraterlerle kaplı olduğu ortaya çıkar.Ayrıca bazı bölgelerde kurumuş,doğal su yollarının varlığı gözlenir. SSCB’ye ait Zond 2,Mariner’ler ile aynı anda yola çıkar ve Ağustos 1965’te o da Mars’ın 2500 km açığından geçer ancak iletişim yine koptuğundan hiç bir veri elde edilemez.Zond 3 ise 7 ay sonra fırlatılır ancak bir kere daha yolda iletişim kesilir.Her iki ülke de bir süre için denemelere ara verir. Şubat 1969’da bu sefer NASA,Mariner 6’yı gönderir.Mariner 6 başarılı bir yolculuktan sonra Mars yörüngesine girer.3410 km uzaktan ekvator bölgesine ait 15 fotoğraf gönderir.Ayrıca Mars atmosferinin büyük oranda CO2’den oluştuğunu keşfeder.Ondan bir ay sonra Mariner 7 yola çıkar ve o da başarılı olur.Güney kutup bölgesinde incelemeler yapar.3524 km’den 126 fotoğraf gönderir.Her iki araç da incelemeler yaparak Mars atmosferinin kimyasal profilini çıkarır.Güney ve kuzey kutup bölgelerinin fotoğraflarını çekerler.Aynı yılın Mart ve Nisan aylarında SSCB iki isimsiz araç fırlatır ancak her ikisi de Dünya yörüngesine ulaşamaz. Mayıs 1971’de NASA tarafından fırlatılan Mariner 8 çıkan bir arıza yüzünden Atlantik Okyanusu’na düşer.İki gün sonra SSCB Cosmos 419’u gönderir.O da Dünya yörüngesinden çıkamaz.Dokuz gün sonra Mars 2 ve ondan dokuz gün sonra da Mars 3 fırlatılır.İlk araç başarılı bir şekilde Mars’ın yörüngesine girer.Biri yörüngede dönecek biri de yüzeye inecek iki ayrı araçtan oluşmaktadır.Yüzey aracı inmeye başlar ancak gezegeni etkisi altına alan büyük bir toz fırtınasına yakalanır ve düşer.Yörüngedeki ise fazla ayrıntılı olmayan fotoğraflar gönderir.Mars 3 de yörüngeye girer ve hatta 2 Aralık 1971’de Mars yüzeyine yumuşak bir iniş yapan ilk insan yapımı araç olur.Ancak indikten 110 sn sonra Dünya ile iletişimi kesilir. 30 Mayıs 1971’de Amerikalılar Mariner 9’u fırlatırlar.Yörüngeye başarıyla giren araç Mars’ın ilk insan yapımı uydusu olur.Fakat yörüngeye girdiği sırada gezegeni kaplayan büyük bir kum fırtınası sürüyor olduğundan bilimsel deneylerin çoğu fırtına dinene kadar ertelenir.Bir yıl boyunca her gün iki kere Mars’ın etrafında dolanır ve gezegenin tüm yüzeyini gösteren 7329 TV görüntüsü gönderir.Kızılötesi ve morötesi ışınlarla atmosferini inceler.Mars’ın uyduları Phobos ve Deimos’un yüksek çözünürlüklü ilk fotoğraflarını gönderir.Gezegenin foroğrafik atlası çıkarılır ve yüzeyde devasa volkanların ve vadi sistemlerinin varlığı keşfediliyor.Şanssızlıkların peşini bırakmadığı Sovyetler Birliği,Temmuz 1973’te Mars 4 ve Mars 5’i,bir ay sonra da Mars 6 ve Mars 7’yi fırlatır.İlk iki uzay aracı,gezegene ulaşmalarına ve bir miktar görüntü ve veri göndermelerine rağmen yörüngeye giremezler. Mars 6 ve Mars 7’de başarıyla Mars’a ulaşırlar.Mars 6 iniş sırasında atmosfere ilişkin bilgiler gönderir ancak Mars 2’nin başına gelen onun da başına gelir ve düşer.Diğeri ise 1280 km ile Mars’ı ıskalar. Rusların, Mars konusunda bu kadar şanssız olmaları gerçekten çok şaşırtıcı,çünkü onlar Venüs gibi ulaşılması zor ve Dünyaya hiç benzemeyen bir gezegene çok başarılı sondalar göndermiş millettir.Ama Mars gibi ulaşılması kolay ve “Dünyevi” bir gezegene gidememeleri hayret verici bir olay. Onların yapamadığını Amerikalılar gerçekleştirdi.Viking Projesi Mars’ı araştırmak için planlanmış ve 1964 yılında Mariner 4 ile başlayıp 1971’de Mariner 9 ile devam eden bir dizi görevin son aşamasıdır.Birbirinin aynı iki uzay aracından oluşur:Viking 1 ve Viking 2.Her bir Viking ise biri yörüngede dönerken diğeri iniş yapıp gezegenin yüzeyini inceleyecek iki ayrı araçtan meydana gelir.Yörünge araçları(orbiter) 900kg ve iniş araçları (lander) da 500kg’dır. Mars 3’ün akıbetine uğramamak için Viking’lerin, rüzgarın çok esmediği bir zamanda ve yerde inişe geçmesi planlanır.Kayalara takılıp devrilme olasılığı nedeniyle araçların sert bir zemine inmeleri istenmez.Öte yandan saplanıp kalmamak için de zemin çok yumuşak olmamalıdır.Mariner 9’dan gelen bilgiler doğrultusunda Viking 1 için Chryse Bölgesi,Viking 2 için ise Cydonia Bölgesi güvenli iniş sahaları olarak tespit edilir.Ayrıca olası sorunlar karşısında hazırlıklı olmak için alternatif sahalar da saptanır.Her iki Viking’deki yüzey araçları Dünyadan Mars’a herhangi bir mikroorganizma taşımamak için sterilize edilir. Sonunda Viking 1,Florida’daki Cape Canaveral üssünden 20 Ağustos 1975’te gönderilir.5 Eylül 1975’te ise Viking 2 yola çıkar.Güneş' in çevresini donanıp yaklaşık olarak 100 mln.km yol kat eden Viking’ler,11 aylık yolculuktan sonra Mars’ın yörüngesine başarılı girişler yaparlar.Ancak yörüngeden gönderdikleri fotoğraf ve veriler,gerek Chryse Bölgesi’nde,gerekse Cydonia Bölgesi’nde iniş yapılacak alanların riskli olduğunu ortaya koyar.Gelen bilgiler ve daha önceden böyle bir olasılık göz önüne alınarak yapılmış hazırlıklar doğrultusunda yeni iniş sahaları saptanır. Viking 1 yine Chryse Bölgesi’ne ancak öncekinden biraz öteye inecektir. Viking 2’nin ise Utopia adlı ve Chryse Bölgesi’nden 8000 km uzakta başka bir bölgeye inmesi kararlaştırılır. Viking 1,19 Temmuz 1976’da başarılı bir iniş gerçekleştirir.Ardından da Viking 2,3 Eylül’de iner. Gerek yörünge araçları gerekse yüzey araçları kendilerinden beklenenden daha verimli çalışırlar.Yörüngedeki araçlar çok kaliteli 52 000 yüzey görüntüsü gönderirler.Mars yüzeyinin %97’si haritalanır.Farklı açılardan çekilen fotoğraflar sayesinde gezegenin topografyası çıkarılır.Gezegen yüzeyindeki araçlar ise 4 500 fotoğrafın yanı sıra yüzey ve atmosfer verileri gönderir.Ama en önemlisi;toprak analizleri,jeolojik,mineralojik,sismolojik,meteoro lojik ve biyolojik deneyler yaparak sonuçlarını iletirler.Yapılan üç biyolojik deney sonucunda Mars toprağında umulmadık ve karmaşık bir kimyasal etkinlik keşfedilir.Ancak canlı mikroorganizmaların izlerine rastlanmaz. Yer araçlarındaki gaz kromatograf ve kütle spektrometreleri,her iki iniş sahalarında da Dünyadaki bütün bitki ve hayvanlarda bulunan organik moleküllerden bulamazlar.Ama bu Mars'ta hayatın kesinlikle olmadığını kanıtlamaz,çünkü deney düzenekleri Dünyadaki yaşam biçimlerinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.Mars’ta belki daha farklı yaşam biçimleri vardır ve bizim araçlarımız onları tespit edemeyebilir. Viking’ler toprağın fiziksel ve manyetik özelliklerini inceler.Ayrıca yüzey araçlar yörüngeden Mars yüzeyine inerken atmosferin bileşimini ve özelliklerini araştırırlar.Yüzey minerallerinin kimyasal bileşimi araştırılır.Mars toprağı bazalt gibi volkanik kayaların ufalanmasıyla oluşmuştur ama şaşırtıcı miktarda silisyum ve demir içerir.Toprağın kırmızı rengini veren de demir oksit,yani pas şeklindeki demirdir. Viking çalışmalarının 90 gün sürmesi planlanmıştı.Ancak her iki Viking’in de gerek yörünge araçları gerekse yüzey araçları çok daha uzun süre Dünyaya veri yollamaya devam eder.Viking’in yörünge aracı Mars yörüngesinde 4 yıldan fazla çalışırken yer aracı da 6 yıldan fazla görev yapar.Çalışamaz hale en erken gelen araç Viking 2’nin yörünge aracı olur.Görevini 2 sene sürdürebilmiştir.Yer aracı ise 3,5 seneden fazla çalışır. Bu dört araçtan elde edilen veriler o güne kadar yapılan tüm Mars gözlem ve uçuşlarında elde edilenden kat kat fazladır.Viking’ler Mars’ı tam anlamıyla fetheder ve paha biçilmez ganimetleri olan bilgiyi Dünyaya gönderirler.Son derece başarılı olan bu projenin bilim adamlarını mutlu kılamadığı belki de tek bir deney grubu vardır:biyolojik deneyler.Her iki Viking de kendi bölgelerinde bildiğimiz yaşam biçimlerine ait izlere rastlayamaz.Ancak Viking’lerin Mars’ta bulamadıklarını bilim adamları Antarktika’da bulur. · MARS’TA YAŞAM OLASILIĞI Antarktika’da bulunan göktaşının hikayesi bundan 4,5 milyar yıl öncesine dayanıyor.Göktaşı,Dünyaya düşmeden,yaklaşık 3,6 milyar yıl önce,şimdiki Mars’tan daha nemli ve ılıman bir ortamın bir parçasıydı.Günümüzden 16 mln. yıl önce,bir göktaşı ya da asteroit Mars’a çarptı ve bahsettiğimiz taşın gezegenden ayrılmasını sağladı.Milyonlarca yıl boyunca taş uzayda dolaştı ve bundan 13 000 yıl önce Dünya atmosferine girip Antarktika’ya bir göktaşı olarak düştü. Japon bilim adamları,göktaşlarını ilk olarak 1969’da Antarktika’da keşfetmişler.Dünyaya düşen bu göktaşları “mavi buz” denilen bölgelerde birikmişler.Donmuş göktaşları suyla temas etmediklerinden ılıman bölgelerde bulunanlara göre çok daha az zarar görüyorlar.Hava kirliliği yada endüstriyel kirlenme olmadığından Dünyasal madde bulaşması neredeyse sıfıra yakın oluyor.Her örneğin incelenebilmesi için,öncelikle donmuş örneklerin laboratuara gelene kadar aynı çevresel koşullarda ve temiz kaplar içinde taşınmasıyla gerçekleşebiliyor. Antarktika’dan 1969’dan beri 10 000 parça göktaşı toplandı.Hala donmuş olan bu örnekler NASA’nın Johnson Uzay Merkezi(Johnson Space Centre;JSC)’nde bulunuyor.Bazı örnekler ise Smithsonian Enstitüsü’ne yollandı.Fakat JSC’ deki bilim adamları,250 diğer bilim adamıyla birlikte 10 000’den fazla göktaşı inceledi.JSC’ deki Göktaşı İşlem Laboratuarı (Meteoride Processing Laboratory)’nda örnekler oksidasyondan,yani paslanmadan korunmak için su,serbest oksijen ve azot gazı içeren kabinlerde tutuldular.Bu kabinler,göktaşını paslanmanın dışında ağır metaller,tuzlar ve organik bileşiklerden koruyordu.Ayrıca,bu göktaşları havayla temas ettirilmeden tartılıyor,yontuluyor ve fotoğraflanıyordu. Mars kökenli taşın Dünyaya düşüşünün tarihlenmesi,taşın uzayda maruz kaldığı kozmik ışın etkileri üzerine yapılan laboratuar çalışmalarıyla sağlandı.Göktaşları bilimsel yönden önemli;çünkü onlar Güneş Sistemi’nin en eski dönemlerinde,hatta Güneş Sistemi’nden bile önce oluşmuş olabilir ve bize onun fiziksel ve kimyasal oluşumlarıyla ilgili bilgi sağlayabilir.Ve 7 Ağustos 1996’da NASA, bir brifingde tüm dünyayı ayağa kaldıracak şu açıklamayı yaptı:”Bir zamanlar Mars’ta yaşam olduğuna dair güçlü kanıtlar elde edildi…”. · MARS’TA YAŞAMIN KANITLARI Viking 1 ve Viking 2 uzay araçlarının incelemeleri sonucu Mars'ta bildiğimiz şekilde bir yaşamın var olmadığını anladık.Orada olsa olsa mikro-organik bir yaşam olabilirdi.Fakat ünlü yazar Isaac Asimov buna emin olamayız diyordu.Ona göre bildiğimiz tür bir yaşamın dışındaki yaşamlar hakkında çok az şey biliyorduk,bu nedenle de kesin sonuçlara varamazdık. Asimov,1982'de yazdığı "Exploring the Earth and Cosmos" adlı kitabında biraz daha ihtiyatlıydı.Bilim adamlarının Mars toprağının üzerinde yaşam olmadığı halde,nasıl olup da yaşam varmış gibi reaksiyon gösterdiğini çözemediklerini söylüyor ve bilimin yaşamı ille de organik temellere dayandırmasının hatalı olabileceğini ima ediyordu. JSC’deki NASA Araştırma Grubu “Mars’lıların” kökenini oluşturabilecek biyolojik etkinliklerde görev alan mineralleri,ilkel bakteri benzeri mikroskobik fosilleri ve organik molekülleri Dünya'ya düşen “Mars’lı” bir göktaşında buldular. Araştırma iki yıl sürdü ve bir çok bilim adamı görev aldı. Mars’taki geçmiş yaşamı,bulunan tek bir kanıt ortaya koymuyor;aksine araştırmacılar bir çok bulgu ve kanıtı birleştirerek varsayımda bulunuyorlar.Bu bulgulardan biri,yaşamın temelini oluşturan karbon bileşikleri.İkincisi,Dünya'daki ilkel mikroorganizmaların ürettikleri mineral fazlaları.Bunlara ek olarak mikroskobik fosiller de varsayımı destekleyen 3. kanıt. ALH84001 isimli taş,1984’te Antarktika’da Allan Tepesi’nde bulundu.Mars kökenli olduğu 1993 yılına kadar anlaşılamadı.Yapılan araştırmalar sonucu kimyasal yapısının,Viking’in tespit ettiği Mars kimyasal yapısıyla tamamen aynı olduğu anlaşıldı. Patates büyüklüğünde,4,5 milyar yaşındaki göktaşının ortaya çıkışı,Mars’ın oluşma dönemine denk geliyor. Eskiden,bugüne göre çok daha ılıman ve nemli olan Mars’ta su,yüzey altı kayalarında çatlaklar ve yeraltı su sistemleri oluşturuyordu.Su,atmosferdeki CO2’e doyduğunda çatlaklara karbonat mineralleri yerleşti.Araştırma grubu,karbonat oluşumuna bazı organizmaların da yardımcı olduğunu buldu.Bu durumun,Dünya’da mikroskobik organizma kalıntılarının kireç taşı içerisinde fosilleşmesine benzer bir biçimde gerçekleştiği belirlendi. Stanford Üniversitesi’ndeki araştırma grubu,bu “küçük dünya”ların üzerinde fazla miktarda PAH (polisiklik aromatik hidrokarbon bileşikleri)’ı karbonatlara bitişik halde buldular.JSC’deki araştırmacılar,mineral bileşiklerinin mikroskobik organizmalar ve mikroskobik fosil formlarla birlikte olduklarını belirttiler.Şekil ve büyüklükleri göz önüne alındığında bunlar,Dünya’daki en küçük bakterilerin mikroskobik fosilleriyle benzerlik gösteriyor.PAH’lar Dünya'da tortul kayalarda, kömür ve petrol içindeki fosil moleküllerinde fazlasıyla bulunuyor.Bu tip örneklerde,milyonlarca olmasa da,binlerce PAH,homolog ve izometrik seri halinde bulunuyor;fakat ALH84001’deki formlar daha basit. PAH’ların birincil kaynağı antropojenik yayılımlar.Bunlar yüksek oranda alkilasyonla,aromatik heterosiklik bileşikler ve özellikle dibenzotifenlerle(C12H8S) karakterize edilebilirler.Fakat karşılaştırıldığında ALH84001’deki PAH’ların alkilasyonu az,dibenzotifenin ise gözlenmediği ortaya çıkıyor.PAH’ların yanında Dünya'da anaerobik bakterilerin ürettiği Fe-sülfit ve magnetit bileşikleri bulundu.Bu bileşikler fosil benzeri şekillere ve karbonat küreciklerine yakın olarak duruyordu.PAH’ların zengin olduğu çatlak yüzeylerinde karbonat kürecikleri görüldü.İnce zerreli karbonatın oluşumu,Fe-sülfit ve magnetit fazlar,inorganik ya da biyojenik yöntemlerle açıklanabilir.Nötr pH ortamında demir çözeltilerinin kısmi oksidasyonuyla inorganik olarak çökelebilir.Magnetit ve pirotitin ard arda inorganik çökelmesi,yüksek pH’ta güçlü indirgeme koşullarına ihtiyaç duyar.Fakat, karbonat yüksek pH’ta kararlıdır ve karbonatın gözlenmiş çözeltisi asidik koşullara ihtiyaç duyar.Karbonatın çözünmesi ancak ve ancak Fe-sülfitin ve magnetitin varlığıyla gerçekleşebilir.Sonuçta ne kadar da uğraşılsa inorganik modelleme gerçekleşemiyor.Buna karşılık, Fe-sülfit ve magnetit fazlarının yardımcı fazlarıyla kısmi çözünmüş karbonat biyojenik yöntemle açıklanabilir.Araştırmada Fe-sülfitin ve magnetitin tek bakteri hücresi içinde beraber çökelmeleri de rapor edildi.Bunun yanında Fe-sülfitin ve magnetitin hücre dışı çökelmeleri de oksijensiz koşullar altında gerçekleşebilir. Karbonat kürecikleri zengin demir halkalarıyla çevrilmişti.Bazı küreciklerin merkezinde,karbonat yüzeyi düzensiz,zerreli şekiller gösteriyor.Bunlara benzer formlar Güney İtalya’daki yeraltı sularında kalsit derişiminin yüksek olduğu yüzeylerde bulundu.Bu tip formlar,kalsit çökelmesine yardımcı olan nanobakterilerdir. ALH84001 karbonatlarının yüzeyindeki bu formların kökeni henüz belli değil.Kayanın yüzeyinde tanımlanmış formlar inorganik yöntemlerle açıklanabilir;fakat bunlar katı biçimde belirlenmiş koşulların varlığını gerektirirler.Bu tanımlanmış formların,olası organik etkinliklerle oluştuğunu söylemek de mümkün;fakat böyle bir etkinlik günümüzde tamamen anlaşılmış değil. Mars kaynaklı göktaşı ALH84001’in araştırılması sonucunda,şu kanıtlar erken Mars’ta yaşamın var olduğunu gösteriyor: 1-)Karbonat küreciklerinin oluşma yaşı volkanik kaya oluşma yaşından daha genç. 2-)Volkanik Mars taşındaki çatlaklara ve boşluklara sıvı dolduktan sonra,ikincil mineral oluşumu ve olası biyojenik etkinlik bölgesi oluşuyor. 3-)Normal ve taramalı elektron mikroskobuyla gözlenen karbonat kürecikleri ve formları Dünya' ya ait mikroorganizmaları,biyojenik karbonat şekilleri ya da mikro fosilleri andırıyor. 4-)Dünya' daki mikrobiyal sistemlerde önemli olduğu bilinen Fe-sülfit ve magnetit parçacıkları,redoks tepkimelerinin sonucu olabilirler. 5-)Karbonat kürecikleriyle zengin yüzeylerde PAH’lar bitişik olarak bulundu. Bu gözlemlerin hiç biri geçmişte kendi içinde yaşamın var olduğuna dair sonuçlar içermiyor.Bu olgular tek tek göz önüne alındığında,alternatif açıklamaları olsa da,bir araya getirilerek düşünüldüğünde,araştırmacılar bunların eski Mars’taki ilkel yaşamın kanıtları olduğu sonucuna varıyorlar. Son yıllarında yazdığı "Frontiers" isimli kitabında Asimov,Mars'tan gelen meteorlarda bulunan organik madde kalıntısından söz ederken kuşkuluydu.Bu cisim kesin olarak Mars'tan gelmiş olsa bile üzerindeki yaşam kalıntıları bir başka gökcisminden,örneğin bir kuyrukluyıldızdan bulaşmış olamaz mı? diyordu.Hatta organik kalıntıların göktaşlarını inceleyen bilim adamlarından bulaşmış olabileceğini iddia ediyordu.Mars konusunda son sözleri,gizemin kolaylıkla çözülemeyeceği doğrultusundaydı. · MARS ARAŞTIRMALARI YENİDEN BAŞLIYOR Bütün bu gelişmelerden sonra Mars araştırmalarının yeniden başlatılması kaçınılmazdı.Bunu hedef alan İngiliz bilim adamları,Mars’ın gizlerini çözebilecek yeni araçlar üzerinde çalışmaya başladılar.Fakat Oxford Üniversitesi’nde atmosferik fizik dersleri veren Dr.Patrick Irwin,”Eğer görülebilecek bir şeyler varsa,o da Mars yüzeyinin 1,5 km kadar derininde olabilir ve böylece gelecek araştırmalarda kazı araçları kullanılması gerekecektir.Bizim araçlarımız Mars yüzeyinin altındaki organizmaları araştırma kapasitesine sahip değil.” diyerek İngiliz bilimcilerin Mars’a ait bakteri fosili bulma konusunda çekimser olduklarını belirtiyor. Buna rağmen araştırmaların gelişmesi için önümüzdeki on yıl içinde Mars’a çeşitli uzay gemileri yollanacak. Bu çalışmaların takvimi de şöyle: 6 Kasım 1996:Mars Global Surveyor,suyun Mars’ın erken evrimindeki rolünü ve gezegenin ilk yaşamı destekleyip desteklemediğini araştırmak için 10 yıllık bir keşfe başladı.225 milyon dolara mal olan Surveyor,Eylül 1997’den itibaren gezegenin atmosferini araştıracak ve yüksek çözünürlükte görüntüler alacak. 16 Kasım 1996:Mars’96 adlı 65 tonluk Rus uzay aracı yaklaşık 370 milyon dolara mal oluyor.11 aylık yolculuğuna 16 Kasım 1996’da başladı.Uzay aracının maliyetinin 200 milyon dolarlık kısmı Avrupa’lılar tarafından karşılandı.Mars’ın yörüngesine girmeden önce Mars’96,sismik ve atmosferik ölçümler yapmak için 2 küçük yüzey istasyonunu Mars’a bırakacak.Gezegen yüzeyine iki roket atılacak.Bu roketler yerin 6 metre derinine saplanarak toprağı analiz edecek. 2 Aralık 1996: NASA,Mars üzerinde Pathfinder uzay aracının iniş yapması için düz bir alan seçti.190 milyon dolar tutarındaki uzay aracı önceden fırlatılmış olan Mars’96’yı ve Mars Global Surveyor’u sollayarak 4 Temmuz 1997’de Mars’a iniş yaptı.Orada 20 yıl kadar kalması düşünülüyor.İniş yapan araç Sojourner isimli altı tekerlekli gezici bir araç taşıyor.Bu araç Mars yüzeyinde dolaşacak;fotoğraf çekip kaya analizleri yapacak ve bunları Dünya'ya gönderecek. Ağustos 1998: Japonların,Kırmızı Gezegeni araştırmak için yaptığı ilk araç olan,yine 190 milyon dolar maliyetli uzay aracı Planet B fırlatılacak.Araç,Mars’ın üst atmosferini ve Güneş rüzgarıyla etkileşimini araştıracak. Aralık 1998:NASA’nın 200 milyon dolar tutarındaki Mars’98‘in ilk aşaması fırlatılacak.Yörüngedeki araç,gelişmiş fotoğraf makineleri kullanarak Mars’ın günlük hava haritalarını görüntüleyecek.Aynı zamanda,Basınçlı Kızılötesi Radyometre Modülatörü,Mars atmosferinin sıcaklık,su buharı ve toz içeriğini ölçecek. 3 Ocak 1999: Mars’98,Mars’ın kutuplarına giderek,bir robot kolu yardımıyla önce yüzeyi kazıp,örneklerin buz içeriğini ve donmuş CO2 miktarını ölçecek. Temmuz 2005:Mars Surveyor 2005,toprak örneklerini Dünya'ya incelemek için geri getiren ilk araç olacak.Sonuçta Güneş Sistemi’nin bu kurak dördüncü gezegeninde yaşamın var olup olmadığının kesin kanıtını bu araçla Dünya’ya taşınıyor olacak.Bunun için sadece iki kilogramlık bir Mars örneği yeterli olacaktır.Bir NASA yetkilisinin belirttiği gibi,bu örnek bize Mars’ta bir zamanlar var olan göller,nehirler ve belki de Dünya'nınkine benzeyen atmosferdeki çevresel değişimlerle ilgili çok önemli bilgiler getirecek.Dünya'nın “Mars’lı mikroplar” tarafından istila edilmesi kaygısı nedeniyle örnekler,halen kuruluş aşamasında olan Uluslararası Uzay İstasyonu’nda belli bir süre karantina altına alındıktan sonra sterilize edilip,Dünya yüzeyine indirilecekler. Bugün elde edilen veriler tam anlamıyla sonuç verici değil.Fakat göktaşı üzerinde çalışmış ve çeşitli araştırmalar yapmış olan bilim adamları,çok az da olsa,sonuca giden yolun kapısını aralamış durumdalar.Sonuçlar bize “sadece” Mars’ta bir zamanlar ilkel yaşam olduğuna dair ipuçları veriyor.Fakat araştırmalar hızla ilerliyor ve yeni veriler elde ediliyor.Yakın yıldızlara ait gezegenler keşfedildi.Uzayın derinliklerine ait şaşırtıcı bilgilere ulaşıldı.Ve “Şu anda yaşam sadece Dünya'ya mı ait ?” sorusuna yanıt bekleniyor.Bunun yanıtını “Mavi Gezegen” de yani Dünya'da yapılacak olan çalışmalar verecektir. · MARS’TA İKİNCİ BÜYÜK ADIM:PATHFINDER 1996 yılında başlatılan projeler,1997’de meyvelerini vermeye başladılar.Uzaydaki ilk büyük adımını Ay’a ayak basarak gerçekleştiren insanoğlu ikinci dev adımını Dünya'nın en yakın komşusu Mars’ta attı.Kızıl gezegen yüzyıllardır insanların merakını tahrik ediyordu.Ve ABD’nin 2 Aralık 1996’da gönderdiği uzay aracı Pathfinder(yeni adıyla Carl Sagan) 4 Temmuz 1997’de TSİ 20:07’de Mars’a başarılı bir iniş yaptı.Bu tarih aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin bağımsızlığının 221.yıldönümü.Anlaşıldığı kadarıyla NASA bu tarihi özellikle seçti;Amerika hem uzaydaki liderliğini perçinlemiş olacak,hem de bayramını daha büyük bir coşkuyla kutlamış olacak. NASA’nın 7 ay önce(4 Temmuz 1996’ya göre) fırlattığı uzay aracı,497 milyon kilometrelik zorlu bir yolculuktan sonra Mars atmosferine 14,2 derecelik bir açıyla ve 2896 km/saatlik hızla girdi.Araç,atmosfere giriş yaptıktan dört dakika sonra Mars toprağına indi.Ancak Pathfinder’in yönlendirildiği NASA’nın Kaliforniya eyaleti Pasadena kentindeki uzay üssündekiler bu inişin başarılı olup olmadığını Dünya ile Mars arasındaki mesafe yüzünden tam dört saat sonra öğrenebildi.Uçuş sorumlusu Rob Manning’in yaptığı “İniş başarılı” anonsundan sonra uzay üssünde sevinç çığlıkları yükseldi.NASA tarafından yapılan açıklamaya göre başarıyla noktalanan inişinde Pathfinder,bundan öncekilerin aksine ilk defa iniş yapacağı gökcisminin yörüngesinde dolanmadan ”kestirme” iniş yaptı.Sesten hızlı bir şekilde zemine doğru düşen araç,Mars’a düşüşünden iki dakika önce bu tür görevlerde ilk kez kullanılan “süpersonik paraşütü”nü açtı.Böylece yüksek süratini çok hızlı bir şekilde düşürmeye başladı.Bu şekilde hareket eden araç,inişinden sekiz saniye önce de kendisini sarmalayan ve ona yumuşak iniş olanağı sağlayan 4 adet koruyucu hava yastığını şişirdi(3’ü açılacak olan “kanatların”,biri de tabanın).Süpersonik paraşütün ipleri,onun aracın üstüne düşmesini engellemek için son anda kesildi.Etrafı tamamen yastıklarla çevrili olan Pathfinder yüzeye 97 km/s hızla sert bir şekilde çarptı.Mars’ın yüzeyine tıpkı bir topun düşüşü gibi önce zıplayarak sonra yuvarlanarak indi.Bu zıplamalar 12 metre yükseklik,90 metrelik atlayışlarla oldu.Pathfinder’in Mars yüzeyine inişi sırasında en az üç kere sektiği söyleniyor.İlk sekme yaklaşık 15 metrelik bir yükselmeye neden oldu.Ancak bu bile sorun yaratmadı.Eğer Pathfinder,yanlış bir şekilde Mars yüzeyine iniyor olsaydı,bunu düzeltecek bir takım sistemlere sahipti.Ancak başarılı bir inişten sonra,daha önce tasarlanan yere doğru bir şekilde kondu.Yani anten Dünya'ya doğru bir şekilde konuşlandı ve kesintisiz iletişim sağlandı.Pathfinder istenilen yere sadece 50 kilometrelik bir hata payıyla kondu.İnilen bölgedeki hava sıcaklığı –53 dereceydi ve bunun tahmin edilenden 20 derece daha sıcak olması şaşkınlık yarattı. İnişin gerçekleşmesinin ardından Pathfinder,kendisini sarmalayan çelik-grafit aksamlı hava yastıklarından sıyrıldı ve bir çiçek gibi açıldı.Hava yastıkları zamanında sönerek aracın devrilmesini önledi.Ancak birisi tam olarak sönmeyerek,Pathfinder’ın içinden çıkacak olan Sojourner(Tanrı misafiri) isimli gezegen aracının iniş rampası altında kaldı.Bu yüzden,Mars’ın yüzeyinde akşam olmadan çıkarılması ve güneş panelleri açılması düşünülen Sojourner harekete geçemedi.Yer yüzünden yönlendiren araç bir gün boyunca iş yapamadı.Bu durum,NASA’daki bilim adamlarına birkaç manevra fazladan yapma zorunluluğu getirdi.Fakat bu sorun kısa sürede halledildi ve Sojourner rampadan inerek araştırmalarına başladı. Bundan önce Pathfinder sahip olduğu kamerayla Mars yüzeyinin 3600’lik panoramik bir fotoğrafını çekti ve görüntüleri Dünya'ya gönderdi.Bu aslında kare kare çekilen fotoğraflardı,fakat birleştirildiklerinde bu panoramik fotoğraf meydana geldi.Bu fotoğraf üzerinde incelemeler yapan bilim adamları oradan Sojourner’in gideceği rotayı çizdiler. Sojourner’in da kameralara sahip olmasına rağmen onun yönlendirilmesi Pathfinder’ın yüksekten çektiği görüntülerden daha kolay oluyor,çünkü gideceği yol daha ayrıntılı görünebiliyor.Burada görülen iki tane tepeye de adı verildi.Bu resimlere dayanarak aracın gideceği ilk hedef belirlendi:Barnacle Bill adı verilen bir kaya.Bundan sonraki hedefleri de Yogi,Yassı kafa ve Casper isimli diğer taşlar.Sojourner onları,üzerinde bulunan Alfa Proton X-Işını Spektrometresi(APEX) ile inceleyecek. Gönderilen panoramik fotoğrafın bazı yerleri siyah kareler ile kapatılmıştı.NASA bir açıklama yaparak,buna link hatlarından kaynaklanan kopuklukların sebep olduğunu söyledi.Fakat birkaç hafta sonra bir NASA yetkilisi,resmin hiç karelerle kaplanmamış halini İnternet’e sızdırdı.Ve büyük şok…Daha önce siyah karelerle kapalı olan yerlerde,doğal yollardan oluşması imkansız olan,yaklaşık 1 metre yüksekliğinde,kusursuz şekilli kubbeler yükseliyordu.Bu gerçekten çok büyük olaydı,çünkü böyle bir şeyin Mars’ta bulunması tarif edilemezdi.NASA’dan hiç bir açıklama gelmedi ve olay böylece kapandı.Fakat yine “uzaylılar”la ilgili tartışmalara yol açtı ve bu resim,onların varlığına inanan insanlar için çok büyük bir koz oldu. Mars’tan gelen ilk fotoğraflar,çoğunlukla kayalarla kaplı olan gezegenin toprağının kırmızı olduğunu ve mavi kayalarla süslenen bu toprakların somon rengi bir atmosferle çevrelendiğini gösteriyor.Fotoğraflarda ayrıca çok sayıda küçük kraterle 300 metre yüksekliğinde bir tepenin varlığı da saptanıyor.Bu fotoğrafların,Viking’lerin çektiklerinden tek farkı,yüksek görüntü kalitesi ve çözünürlükteki üstünlük.Zaten Pathfinder projesinin amacı da fotoğraflar çekip onları Dünya'ya göndermek değil.Asıl amaç Mars hakkındaki bazı sorulara cevap bulmak,ki bunların içerisinde “Mars’ta hayat var mı ?” sorusu en ön planda bulunmaktadır. Proje görevlilerinin açıklamasına göre Sojourner’in indiği bölge Mars’ın diğer bölgelerine göre daha engebeli.Aslında başlangıçta oldukça düz bir bölge seçilmişti.Fakat inişteki hafif hedef sapması araştırmacı aracın planlanılandan daha engebeli bir yere inmesine neden oldu. Sojourner’in yolladığı fotoğrafları değerlendiren bilim adamları,”Kızıl gezegen”de şiddetli su akıntılarının ve sel sularının yol açtığı izler bulunduğunu belirtiyorlar.Mars operasyonunda görev alan coğrafya uzmanlarına göre,kızıl ve kahverengi tonların hakim olduğu gezegende eski zamanlarda çok büyük miktarda su bulunduğu yolunda izler var.Fotoğraflarda görülen “İkiz tepeler”in üzerindeki kayak pistini andıran beyaz oluşumlar ve oyuklar,geçmişteki su etkinliklerine işaret ediyor.Bir tepenin üstünde bulunan açık renkli dikey çizginin çığların yol açtığı bir oyuk,diğer tepede belirlenen yatay çizgiler de şiddetli su akıntılarının oluşturduğu setler olduğu sanılıyor.Ayrıca Pathfinder’in indiği Arris Vallis bölgesinde tespit edilen çok sayıda yuvarlak taşın da suyla sürüklenme sonucunda bu hale geldiği tahmin ediliyor.Bu taşların hepsinin aynı yöne bakıyor olması da başka bir kanıt.Yıllarca önce gezegende bulunan büyük miktardaki suyun buharlaşarak atmosfere karıştığı ya da halen Mars’ın soğuk yüzeyinin altında veya kutuplarda saklı olabileceği tahmin ediliyor.Proje bilim adamlarına göre Mars’ta,Dünya'da olandan daha fazla su olabilir.Ama bunu şu anda gerçekten bilmiyoruz. · İNİŞ YERİ BİLGİLERİ 4 Temmuz 1997'de Pathfinder,uzun bir yolculuktan sonra Arres Valis'te bulunan düz ve taşlık bir bölgeye iniş yaptı.Burada taşların bol olması yapılacak incelemeler açısından önemliydi. Arres Valis'in bulunduğu koordinatlar:19,50 kuzey enlemi;32,80 batı boylamı.Bu sayılar Mars yüzeyinin haritasına göre tespit edilmiştir.Bu iniş yeri Viking ve Hubble Uzay Teleskobu'nun gönderdiği resim ve bilgiler kullanılarak seçildi.Aşağıda yazılı olan bilgiler,bu yerin seçiminde göz önünde bulundurulan kriterlerden bazılarını gösterir: 1. Düz bir zeminin varlığı 2. Bu bölgenin yüzeyinin Güneş'le olan açısı 5 derecedir.Bu,gezegende dolaşacak olan aracın güneş pillerinin maksimum verimle çalışması için gerekli. 3. Araç paraşütünün gezegen atmosferine girişten sonra en az süre ile hava sürtünmesine maruz kalması ve aracın en çabuk şekilde yere ulaşması,en önemli kriterlerden bir kaç tanesidir. · PATHFİNDER ARACININ ÖZELLİKLERİ Mars Pathfinder'in ana dizaynı şöyle:Gemi iskeleti,süpersonik paraşüt,katı yakıt roketleri,özel alaşımlı hava yastıkları,iniş ve konma sistemleri.İniş sistemi,aracın inişi sırasındaki durumunu kontrol eder,konma sistemi ise aracın yere konması sırasında devreye girer ve tehlikesiz bir biçimde konmayı sağlar.Ayrıca iniş sonrası kendi konumunu doğrultabilen tetrahedral şekilli iniş ünitesiyle ısıtma ünitesi içerir.Pathfinder'in içinde de gezegenin yüzeyinde serbest dolaşabilecek Sojourner isimli mikro araç var.Entegre Vaziyet ve Enformasyon İşleme Sistemi de uzay aracına bilgi ve komut gönderiyor. Pathfinder,sahip olduğu R6000 bilgisayarı ile 20 milyon işlemi bir saniye içerisinde hesaplayabilir.Büyük hacimli hafızasında 128 milyon baytlık yer var. Araç için gerekli olan elektrik enerjisi,üzerinde bulunan Galyum/Arsenid içerikli güneş pillerinden sağlanıyor.Ürettiği güç 250-460 watt arasındadır.Ayrıca araç üzerinde acil durumlar için 1080 watt'lık günlük enerji stoku da var. Sojourner'in yapacağı yüzey operasyonları için,bant veri iletim hızı 1,2-12 kbps olan High Gain Antenna/X kullanılıyor. Komutlar ise 250 bayt/sn'lik bant veri iletim hızı ile yine High Gain Antenna/X tarafından gönderiliyor. Fırlatma için uzay gemisi monopropelan hydrazin ve sekiz tane 4,4 newton'luk itici roket taşıyor.Aracın değişik zamanlardaki ağırlığı ise şöyle: 1. FIRLATILMA AĞIRLIĞI:840 kg. 2. MARS ATMOSFERİNE GİRİŞ AĞIRLIĞI:566 kg. 3. İNİŞ AĞIRLIĞI:325 kg. Pathfinder 1. İmager for MESUR Pathfinder(IMP) 2. Atmospheric Structure İnstrument/Meteorology Package(ASI/MET) 3. Alpha Proton X-Ray Spectrometer(APXS) gibi üç tane bilimsel amaçlı cihaz taşıyor.Bunlar Mars yüzeyinde yapılacak çeşitli bilimsel araştırmalarda kullanılacaklardır.İlk ikisi iniş aracında, APXS ise yüzey aracı Sojourner’in üzerinde bulunuyor. · PATHFİNDER'IN BİLİMSEL CİHAZLARI Bu cihazın ana görevi CCD kamerası aracıyla stereoskopik görüntü çekmektir.Bu renkli stereoskopik görüntüleme sistemi üç ana bölümden oluşuyor:Kamera başı,elektronik bağlantılı uzayabilen gemi direği ve iki tane soket elektronik kart.CCD kamerası,uzayabilen direğin tepesine yerleştirilmiştir.Bu direk açıldığında bir metrelik uzunluğa ulaşabiliyor.IMP ayrıca manyetik parçacıkların araştırılmasında da kullanılacak.Değişen alan gücüne sahip mıknatısları iniş aracına bağlı olan bir tablanın üzerine monte edilmiştir.Mars atmosferindeki manyetik parçacıklar bu mıknatıslar tarafından tablaya çekilip mineralojik olarak incelenecek. Bu cihazın yapacağı araştırmalar arasında,Mars rüzgarının özelliklerinin incelenmesi de var.Üç tane küçük "rüzgar çorabı" ilgili şebekeye bağlıdır.Bunlar iniş aracından ayarlanır ve kontrol edilirler. ATMOSPHERİC STRUCTURE İNSTRUMENT/METEOROLOGY PACKAGE Bu cihaz,iniş sırasında yüzeye 100 km kala çalışmaya başlayacak ve atmosfer yoğunluğu,sıcaklık ve basınç ile ilgili bilgileri ölçüp biriktirecektir.Geminin konmasından sonra da bu görevlerine devam edecek.Isı ve basınç algılayıcıları iniş aracının değişik yerlerine yerleştirilmiştir.Geminin dikey yüksekliğine bağlı olarak bu algılayıcılardan gelen bilgilerin miktarı azalıp artabilir.Konduğu andan itibaren ASI/MET veri almaya devam edecek.Isı ve basınç değişimleri ile ilgili bilgileri günlük olarak kaydetmeye görev boyunca devam edecek. ALPHA PROTON X-RAY SPECTROMETER(APXS) Bu cihazın ana görevi Mars yüzeyinde incelenecek maddelerin kimyasal yapısını tespit etmektir.Bunun için hidrojenden daha büyük molekül yapılı maddeler incelenecektir.Hidrojen elementi araştırmanın dışındadır.APXS,yüzeyde dolaşacak olan aracın(Sojourner) içinde yerleştirilmiştir.Bunun sebebi orada ısının kontrol edilebilmesi ve aracın Mars yüzeyinde serbestçe dolaşabiliyor olmasıdır.Böylece değişik yerlere gidilerek farklı yapılar incelenebilecektir. Algılayıcıların olduğu başlık uzayabilen bir mekanizmaya bağlıdır.Spektrometre iki kısımdan oluşur.Birincisi alfa parçacıkları kaynağı,diğeri ise geri yansıyan alfa parçacıkları ile bombardıman sonucu incelenen objeden yayılan protonları ve X-ışınlarını tespit eden bir detektör.İncelenecek olan materyal,enerjisi belirli olan alfa parçacıkları radyasyonuna maruz bırakılacak.Geri yansıyan parçacıkların,protonların ve X-ışınların enerji tayfları incelenerek kimyasal yapı hakkında bilgi sahibi olunabilecek. |
01 Temmuz 2023, 15:04 | #4 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Jüpiter
Türkçede Erendiz olarak bilinen Jüpiter, Güneş Sistemi’nin en büyük gezegenidir. Dünyanın tam 318 katı büyüklüğünde olan Jüpiter bu özelliği sebebiyle küçük bir teleskopla bile seçilebilmektedir. Güneş etrafındaki turunu 11,86 yılda tamamlamaktadır. Jüpiter'in büyük kısmı hidrojen ve helyum gazlarıyla doludur. Makalemizde Jüpiter gezegeninin özelliklerine ve şimdiye kadar hakkında yapılmış araştırmalara yer verilmiştir. Gezegen, uzayda bulunan gök cisimlerine verilen addır. Uzayda toplamda 9 adet gezegen bulunur. Bu gezegenlerden bir tanesi de Jüpiter’dir. Erendiz ya da Müşteri olarak da bilinir. Güneş sisteminin en büyük gezegeni olma özelliği ile dikkat çeken Jüpiter, Güneş’e uzaklık bakımından beşinci sıradadır. Bu büyük gezegen Güneş çevresinden turunu 11,86 yılda tamamlamaktadır. Çok büyük bir manyetik alana sahiptir. Bu alan sayesinde 16 uydusu olduğu bilinmektedir. Dünyadan bakıldığında parlak bir disk biçiminde görünmektedir. Çok büyük olma özelliği sebebiyle, Eski Roma mitolojisindeki tanrıların tanrısı olan ve Eski Roma’nın en büyük tanrısı Jüpiter’in adı verilmiştir. Bu gezegenin çoğu kısmı hidrojen ve helyumdan meydana gelmektedir ve sınıflandırma açısından gaz devrelerinde yer alır. Atmosferindeki hava sistemleri sürekli hareket halindedir ve genellikle birkaç gün içerisinde yerini başka sistemlere bırakmaktadır. Jüpiter Gezegeninin Özellikleri Nelerdir? Güneş Sistemi’nin en büyük gezegenlerinden biri olan Jüpiter; Erendiz ve Müşteri gibi isimlerle de bilinir. Büyük oranda helyum ve hidrojen gazından oluşan Jüpiter’in genel özelliklerine şu şekilde kısaca değinelim; Çap ve kütle bakımından sistemdeki en büyük gezegenlerdendir. Yoğunluk bakımından bir miktar düşüktür. Su ile karşılaştırıldığında; yoğunluğu suyun 1,33 katıdır. Gezegenin akışkan bir yapısı vardır ve kendi çevresinde oldukça yüksek bir dönüş hızı vardır. Bu nedenle elips görünümü çok net değildir. Jüpiter, Güneş’ten aldığı enerjinin 3 katı civarını dışarıya yayar. Jüpiter’in içerisinde buz ve kaya tabakalarından meydana gelen bir çekirdek vardır. Çekirdek içinde basınç oldukça yüksektir ve basıncın etkisiyle yoğunluk 20g/cm3’tür. Güneş’ten uzaklığa göre beşinci sırada yer alır. Jüpiter Gezegeninin Fiziksel Özellikleri Nelerdir? Kalın ve oldukça karmaşık bir atmosfere sahip olan Jüpiter gezegeni, elipsoide bir şekle sahiptir. Güneş’ten aldığı enerjinin 2,3 katını dışarıya yaymaktadır. Şimdi dilerseniz Jüpiter’in fiziksel özellikleri hakkında bilmeniz gerekenleri sıralayalım; Gezegenin en dış tabakasında 20.000 km kadar bir kalınlıkta moleküler hidrojen katmanı bulunur. Yüzeye yaklaştıkça basınç, yoğunluk ve ısıda düşüş görülür. Böylelikle hidrojen gaza dönüşür. Gezegenin katmanları arasında keskin sınırlar bulunmadığı tespit edilmiştir. Bu katmanlar arasında madde alışverişine izin verildiği düşünülmektedir. Kütlesi dünyanın kütlesinin 318 katıdır. Çapı ise 143.000 km’dir. Hacmi dünyanın hacminin 1323 katıdır. Ekvatorda geniş, kutuplarda basık bir görünüme sahiptir. Jüpiter Gezegeninin Tarihçesi Eski zamanlardan günümüze gelene kadar Jüpiter ile ilgili birçok çeşitli araştırma yapılmış ve sayısız bilgi edinilmiştir. Astroloji bilimi bakımından büyük önem taşıyan bu gezegen; çeşitli dillerde haftanın 7 gününe ismini vermiş varlıklardandır. Jüpiter gezegeninin var oluş tarihine baktığımızda, oldukça ilginç bilgiler elde etmekteyiz. Bu gezegen sadece parlak bir yıldız değildir. Üzerindeki değişik renklerdeki kuşaklarla dikkat çekicidir. Bu kuşakları ilk kez Galileo Galilei, 1610 yılında fark etmiştir. Aynı kişi ayrıca gezegenin en büyük dört uydusunu da keşfetmiştir. Dünya’dan başka bir gezegenin kendi etrafında dönen uydularının olduğunun ilk kanıtını bulmuştur. Bu kanıtı Kopernik’in Güneş merkezli teorisini desteklemek amacıyla kullanmıştır. 1664 yılında İngiliz bilim adamı Robert Hooke, Jüpiter üzerinde bulunan büyük kırmızı lekeyi ilk gözleyen kişi olmuştur. Danimarkalı bilim adamı Ole Christensen Romer, bu gezegenin uydularının tutulma zamanlarındaki oynamaların, gezegenin yerden uzaklığı ile ilgisini ölçmüştür. Aynı zamanda ilk kez ışık hızını %25 yanılma payı ile hesap edebilmiştir. İlerleyen zamanlarda ölçüm araçlarının gelişmesi ile birlikte Romer’in keşfettiği yöntem ile 19. yüzyılların başında ışık hızının %1 gibi bir rakamdan daha az hata ile hesaplanabilmesi mümkün olmuştur. 1690 yılına gelindiğinde Cassini, gezegenin kendi etrafında dönüş süresinin; kutup kısımlarında ve ekvator kısımlarında farklı olduğunun tespitini yapan ilk kişi olmuştur. 1932 yılında, Alman bilim adamı Wildt, bazı gözlemlere dayanarak; gezegenin atmosferinde metan ve amonyak gibi maddelerin bulunduğunu tespit etmiştir. Bu duruma ancak oldukça yüksek miktarlardaki hidrojen varlığı ile açıklama getirilebileceğini söylemiştir. Aynı bilim adamı 1934 yılında bu gezegenin yoğunluk ve kütle verilerinden faydalanarak; Jüpiter’in iç formunun ve atmosferinin bileşimini hesap edebilmiştir. Bu bilgiler günümüzdeki bilgilerle oldukça yakın değerlerdir. Hidrojen varlığının tespit edilmesi ancak 1960 yıllarında kızılötesi ölçüm tekniklerinin gelişme göstermesi ile mümkün olmuştur. Bu yöntemlerle varlığının ortaya çıkarılması oldukça güç olan helyum gazının tespiti ise ancak 1970 yıllarında; uzay sondaj cihazlarının hidrojen-helyum atomları arasında bulunan etkileşimleri ölçmeleri ile gerçekleşebilmiştir. 1955 yıllarında Burke ve Franklin isimli bilim insanları, Jüpiter’den yayılma gösteren yüksek orandaki radyo ışınını tamamen bir tesadüf ile tespit ettiler. Bu tarihi buluş ile Jüpiter’de bulunan oldukça güçlü magnetosferin keşfedilmesine ön ayak olmuştur. . |
01 Temmuz 2023, 15:04 | #5 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Satürn
Gezegenlerle ilgili bilgiler son zamanlarda detaylanarak artmaktadır. Yeni gezegenlerin bile keşfi söz konusu iken mevcut gezegenler ile ilgili bilgileri öğrenmekte yarar var. Daha önce sizlere Jüpiter, Venüs, Uranüs gibi gezegenler hakkında bilgi vermiştik. Satürn de keşfedilmesi gereken gezegenlerden bir tanesidir. Satürn'ün hacmi, Dünya'nın hacminden 700 kat daha fazladır. Satürn eskiden Zühal olarak bilinen ve Güneş Sistemi’ne en yakın altıncı gezegendir. Zühal kelimesi Arapça kökenliyken, Satürn’ün Türkçesi Sekendiz demektir. Boyutları açısından Jüpiter’in ardından ikinci sırada yer alır. İsmini Yunan mitolojisinde bulunan Kronos’tan alan Satürn, çıplak gözle izlenebilen 5 gezegen arasında yer almaktadır. Diğerleri ise Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter’dir. Satürn’ün büyük kısmı hidrojen ve helyum gazından oluşmuştur. Dolayısıyla gaz devleri sınıfında yer alır. Satürn gezegeni yörüngesinde çok yavaş hareket ettiği için, aynı takım yıldızı içinde 2 yıldan fazla kalabilmektedir. Birçok uydusu bulunan Satürn orta boy teleskopla ayırt edilebilmektedir. Bu uydulardan ise sadece Titan ve Rhea orta boy bir teleskopla seçilebilmiştir. Hacmi Dünya hacminin 700 kat fazlası olan Satürn, Jüpiter dışındaki tüm gezegenlerden daha büyüktür. (Jüpiter gezegeni hakkında detaylı bilgi için tıklayın.) Gezegenler arasında en görkemlisi olan Satürn küçük boy bir teleskopla bile izlenebilir. Onu bu denli görkemli yapan ise göz alıcı halkalara sahip olmasıdır. Satürn Gezegeninin Genel Özellikleri Nelerdir? Bu gezegen ekvatordan geniş ve kutuplardan basık bir şekle sahiptir. Yani Dünya ile benzer bir şekilleri vardır. Güneşten almış olduğu enerjinin 3 katı civarını dışarıya yayar. Oldukça etkin bir sıcaklığa sahiptir ve uzayda bir kara cisim gibi ışıldar. Yarattığı bu enerji fazlalığını, yerçekiminin etkisi ile yavaş yavaş kendi üzerine çökmek suretiyle küçülmesi aşamasında açığa çıkan potansiyel enerji ile açıklanabilir. Gaz devleri olarak bilinenler, içerdikleri elementlerin miktarlarına göre kendi aralarında iki alt grupta ayrılırlar. Örneğin; Uranüs ve Neptün, kaya ve buz bakımından zengin olduğundan Uranian gezegenler olarak adlandırılır. Satürn ve Jüpiter, ismini Jüpiter’den alan Jovian gezegenleri grubunda yer almaktadır ve bu gezegenler gaz bakımından zengindir. Yani Satürn, helyum ve hidrojen gazları barındırmaktadır. Satürn gezegeninin merkez kısmında içeriğinde demir ve diğer ağır metalleri barındıran ve bu elementleri çevreleyen bir buz-kaya tabakasının olduğu çekirdeği vardır. Gezegende büyük orandaki basıklığa sebep olarak bu büyük ve yoğun çekirdek gösterilir. Yapılan hesaplamalara göre bu çekirdek, gezegenin dörtte bir kadarını oluşturmaktadır. Çekirdeği çevreleyen kısımda manto tabakası mevcuttur. Bu katman Satürn’de, Jüpiter’de olduğu kadar büyük değildir. En dış alanda gezegenin hacminin %90 kadar büyük bir kısmını meydana getiren, 30.000 km civarında kalınlığı olan moleküler bir hidrojen tabakası mevcuttur. Yüzeye yaklaşıldıkça basınç, yoğunluk ve ısı düşüşe geçer. Böylelikle hidrojen sıvıdan gaza dönüşerek; atmosfer olarak nitelendirilebilecek bir ortama geçiş başlar. Satürn Gezegeninin Uyduları Nelerdir? Bilimsel ve resmi olarak belirlenmiş 53 adet uydusu bulunmaktadır. 2004 yılında gözlemlenen ve 2005’te Uluslararası Gökbilim Birliği’nce duyurulan 12 adet yeni uydu ve sonradan ilave edilen 1 adet yeni uydu ile günümüzde toplamda 56 adet uyduya sahiptir. Henüz doğrulanmayan uydular bulunduğu için resmi rakam 53 adettir. Satürn Gezegeninin Tarihçesi Eski zamanlardan günümüze kadar geçen sürede bilinen kaynaklarda Satürn, Güneş, Ay, Merkür, Mars, Venüs ve Jüpiter ile beraber hareketlerinin diğer yıldız türlerinden farklı olması ile bilinen 7 gök cisimden biridir.1610 yılında Galileo, tamamen kendi tasarımı olan bir teleskopla yaptığı gözlemlere göre Satürn küresel bir yapıya sahiptir. Ardından da gezegenin iki yanında bulunan halkalarının keşfini yaptı. 1655 yılında Hollandalı Huygens, Satürn’ün en büyük uydusunun Titan olduğunun farkına vardı. Galileo’nin oluşum olarak nitelendirdiklerinin Satürn halkası olduğu açıklamıştır. 1670 ve 1680 yıllarına gelindiğinde gökbilimci Cassini, halkaların içinde bulunan bir bölümü keşfetmiş ve kendi ismini vermiştir. Ayrıca 4 yeni uydusunu da keşfetmiştir. Bunlar; Japetus, Dione, Tethys, Rhea’dır. 1789 yılında Herschel, Satürn’ün basıklık miktarını hesap etti ve bu keşfine iki yeni uyduyu da ilave etti. 1837 yılında Encke, halkalarda bir boşluk keşfetti buna kendi ismini verdi. 19.yy içerisinde birçok bilim adamı, halkalar ile ilgili görüşleri geliştirmişlerdir. 1966 yılında Janus ve Epimetheus isimli uyduları keşfedilmiştir. |
01 Temmuz 2023, 15:04 | #6 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Uranüs
lk olarak, William Herschel adındaki bir gök bilimci tarafından 1781 yılında keşfedilmiş olan Uranüs, Güneş Sistemi içerisinde yer alan gezegenlerden biridir. Uranüs'ün Güneş’e uzaklığının 16-22 astronomi birimi yani yaklaşık olarak 2.842.400.000 km olduğu tespit edilmiştir. Dünya’dan yaklaşık 64 kat daha büyük olan Uranüs’ün genel ve fiziksel özellikleri ile keşfedilişi yazımızda anlatılmıştır. Uranüs, Güneş Sistemi’nin, Güneş’ten yakınlık sırasına göre yedinci gezegenidir. Çapı açısından, Jüpiter ve Satürn’den sonra üçüncü, kütle açısından bu iki gezegen ve Neptün’den sonra dördüncü sırada yer alır. Adını Yunan mitolojisindeki, gökyüzü tanrısı Oronos’tan almaktadır. Kütlesi, Dünya’nın kütlesinin 15, hacmi ise 64 katıdır ve en az fotojenik gezegendir. Buz Devleri sınıfına girer. Uranüs, Güneş çevresindeki bir devrini 84 yılda tamamlamakta olup, bu zamana kadar keşfedilebilmiş olan 27 uydusu bulunmaktadır. Jüpiter ve Satürn’ün ardından en fazla uydusu bulunmakta olan üçüncü gezegendir. Uranüs hiçbir zaman 6. kadirden daha parlak olamaz. Bu nedenle, çıplak gözle sadece çok açık ve temiz gökyüzü koşullarında, küçük, sönük bir yıldız gibi görünür. Uranüs birçok bakımdan, dev gezegenler arasında bir istisnadır. Sadece o, bir ısı kaynağından yoksun gibidir, onun eksen eğikliği aşırıdır. Yüzeyinde hiçbir etkinlik yok gibidir ve ekvatoru ile kutupları arasında sıcaklık farkı yoktur. Uranüs Gezegeninin Özellikleri Nelerdir? Uranüs Güneş çevresindeki bir devrini 84 yılda tamamlamaktadır. Yani Uranüs’ün bir yılı, Dünya’da 85 yıldan fazladır. Hafifçe eliptik olan yörüngesi boyunca, Güneş’e uzaklığı 16-22 astronomi birimi yani yaklaşık olarak 2.842.400.000 km’dir. Uranüs Gezegeninin Fiziksel Özellikleri Uranüs’ün kütlesi yaklaşık olarak Dünya’nın kütlesinin 15 katıdır. Hacmi ise; yaklaşık olarak 64 katı kadar olup, oldukça büyük bir gezegen olan Uranüs’ün çapı 50000 km civarındadır. Dünya çapının 12.765 km olması üzerinden hesaplama yapılırsa, Uranüs’ün ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılır. Uranüs’ün çevresinde bulunmakta olan keskin hatları bulunan, koyu renkli 10 adet halkanın bulunduğu tespit edilmiştir. Halkaların tümü 1 metre çapında, koyu renkli kayaya benzeyen parçalardan oluşmaktadır. Uranüs gezegeninin kutup bölümü güneşe doğru bakar şekilde durarak, tekerlek gibi döner. Etrafında bulunan halkalar da gezegenle beraber dönmektedir. Gezegenin yörüngesi etrafında dönmesi, yaklaşık olarak 18 saat olarak hesaplanmış olup, dönme ekseni de olağandışıdır. Uranüs’ün eriyik halde bulunmakta olan ağır bir çekirdeği vardır. Çekirdeğin çevresinde ise; suyun yanı sıra, metan ve amonyaktan oluşan birkaç bin santigrat derece sıcaklığında ve binlerce metre kalınlığında olan bir manto vardır. Bu aşırı sıcak mantonun, üzerindeki atmosferin ağırlığından kaynaklanmakta olan devasa basıncın etkisi ile kaynayamadığı ve bu nedenle de buranın elektriksel olarak iletken olduğu sanılmaktadır. Uranüs, ışığı yansıtma özelliği çok yüksek olan gezegenlerden biridir. Büyük bir teleskopla bakıldığı zaman, mavimtırak kurşuni renkte, bir disk şeklinde görünür. Bu diskin üzerinde çeşitli kuşaklar vardır ve bu kuşaklar koyu renklidir. Kozmik araştırmalar, gezegenin çok hafif elementlerden meydana geldiğini ortaya çıkartmıştır. Bu elementlerin çoğunu Hidrojen ve Helyum teşkil eder. Gezegenin atmosferinde de Hidrojen ve Helyum vardır. Gezegenin ve atmosferinin sıcaklığı -200 Santigrat derecedir. Uranüs Gezegeninin Tarihçesi Uranüs, 1781 yılında, William Herschel adında bir gök bilimci tarafından keşfedilmiştir. Uranüs’ün bilinen 27 tane uydusu vardır ve bu uydulara William Shakespeare ve Alexander Pope’un eserlerindeki karakterlerin isimleri verilmiştir. Titania ve Oberon adı verilen ilk iki uydu, gezegenin keşfinden altı yıl sonra, 1787 yılında İngiliz astronom, William Hershel tarafından keşfedilmiştir. Bu keşifleri 1851 yılında William Lassel tarafından keşfedilen Ariel ve Umbriel takip etmiştir. Gezegenin beş adet uydusu da gezegen olmak için gerekli olan minimum kütleye sahiptir ama Güneş’in etrafında dönmedikleri için cüce gezegen kategorisine alınmazlar. Kalan uydular 1985 yılından sonra, Voyager 2 uzay aracı ve dünya merkezli teleskoplar sayesinde keşfedilmiştir. |
01 Temmuz 2023, 15:04 | #7 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Neptün
Neptün Güneş'e en uzak mesafede yer alan gezegendir. Dünya'dan 17 kat daha büyük olan Neptün, kütle olarak değerlendirildiğinde diğer gezegenler arasında en büyük üçüncü gezegendir. Neptün gezegeninde mevsimler yaklaşık olarak 40 yıl sürer. Bunun sebebi ise, Güneş etrafında dönüş süresinin oldukça uzun olmasıdır. Adını ise Roma Tanrısı Neptunus’tan almıştır. Neptün Gezegeni; Güneşe olan uzaklık bakımından 8. sıradaki gezegendir. Güneşe ve Dünya’ya uzaklığı sebebi ile bu gezegenle ilgili çok kesin bilgi bulunmamaktadır fakat genel yapısı buz devi niteliğindedir. Neptün gezegeni, rüzgârlı havalar sebebi ile fırtınalı bir yüzeye sahiptir. Güneşe olan uzaklığı 4,5 milyar km’ dir. Kendi ekseni etrafında dönüşünü, 17 saatte tamamlar, Güneş çevresinde dönüşünü ise 164 yılda tamamlar. Güneş etrafında dönüş süresinin uzun olması sebebi ile Neptün gezegeninde mevsimler yaklaşık 40 yıldır. Yüzey sıcaklığı ise -220 derece civarındadır. Adını Roma deniz tanrısı Neptunus’tan almıştır. 23 Eylül 1846 yılında Berlin’de Galle tarafından keşfedilmiştir. Neptün gezegeni dünyadan çıplak gözle görülememektedir, sebebi ise oldukça soluk bir gezegen olmasıdır. Dünyadan teleskop ile bakıldığında ise ortaya yeşilimsi renge sahip, disk biçiminde bir görüntü çıkar. Bunun sebebi yuvarlak olan Neptün gezegeninin kenarları karanlıktır. Neptün hakkında halen çok az bilgi olması sebebi ile 2003 yılında NASA’nın Neptün’e gönderilecek bir uzay aracı önerisi yayınlanmıştır. Uzay aracının 2016 yılında fırlatılması önerilmekteydi, fakat projedeki son durum halen netlik kazanmamıştır. Neptün Gezegeninin Genel Özellikleri Nelerdir? Neptün gezegeni bilinen 14 uyduya sahiptir. Bunlardan en çok bilineni ve en büyüğü Triton’dur. Olağan dışı bir uydu olan Triton, diğer uydulardan ve Neptün gezegeninden, ters yönde döner. Bu durum sebebi ile araştırmacılar, Neptün’ün Triton’u daha sonra yakaladığı düşünülmektedir. Bütün büyük gezegenlerde olduğu gibi, Neptün gezegeninin de etrafında halkalar bulunmaktadır. Bu halkalar tam olarak ilk defa Voyager 2 uzay sondası ile gözlemlenmiştir. Le Verrier, Adams, Galle gibi halkaların isimleri, gezegen hakkında araştırma yapmış kişilerin isimlerinden alınmıştır. Neptün Gezegeninin Fiziksel Özellikleri Nelerdir? Güneşe olan uzaklığı sebebi ile Neptün gezegeni hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Kütle açısından bakıldığında Jüpiter ve Satürn’den sonra gelmekte olan üçüncü gezegendir. Çap olarak ise bu iki gezegenin ve Uranüs’ün ardından dördüncü sırada yer alır. Genel yapı itibari ile Uranüs gezegenine benzer. Kütlesi, Dünya’nın yaklaşık 17 katıdır. Gaz Devleri sınıfına girmektedir. Gezegenin yakınlarından geçen Voyager 2 uzay sondasından alınan bilgilere göre, gezegen 22300 km’lik yarıçapa sahiptir, kendi ekseni etrafındaki dönüşünü 17.24 saatte tamamlamaktadır. Yapı olarak Uranüs’e çok benzeyen, Neptün gezegeninin atmosferinin büyük bölümü hidrojen ve helyumdan oluşurken, az bir miktarı da hidrokarbon, azot, su, amonyak ve buz içerir. (Uranüs’ü tanımak isteyenler buraya bakabilir.) Neptün’ün çekirdeğinin büyük bölümü demir, nikel ve silikatlardan oluşmakta olup, kütlesi 1,2 Dünya kütlesi kadardır. (Bakınız: Nikel nedir?) Neptün gezegeninin, Buz Devi diye anılmasının sebebi, iç katmanlara kadar yapısının hep buz ve kayaçlardan ibaret olmasıdır. Yüzeyindeki en yüksek sıcaklıklar -220 santigrat dereceye yaklaşır ve astronom A. Dollfos, gezegenin üstünde, hareketsiz gibi görünen düzensiz lekeler gözlemlemiştir. Buna dayanılarak, her şeyin don olayı nedeni ile hareketsizleştiği ve atmosfer akımları bulunmadığı sanılmaktadır. Gezegene mavi rengi veren yüzeyindeki metan tabakasıdır. Neptün Gezegeninin Tarihçesi Gezegenin bulunması tamamen matematiksel hesaplamalara dayanır. Uranüs gezegeninin yörüngesinde bulunmakta olan düzensizlikler üzerinde araştırma yapan Le Verriner, 1845 yılında Uranüs’ün yörüngesinde bulunan düzensizliklerin daha dışarıda kalan bir gezegenden kaynaklandığını bulup, yapmış olduğu hesaplamalar sonrasında elde edilmiş olan koordinatları, Galle’ye bildirmiştir. Galle elde ettiği verilerle yaptığı çalışmalar sonucunda, ilk kez 1846 yılı içerisinde Neptün’ü görmeyi başarmıştır. Neptün Gezegeninin en çok bilinen uyduları, 2000 km yarıçaplı Triton, 1846 yılında Lassel tarafından bulunmuştur. Nereid ise 1949 yılında Kuipper tarafından ilk kez bulunmuştur. Neptün’ün bilinen diğer uyduları ise; Naiad, Thalassa, Despina, Larissa, Galatea ve Proteus’tur. |
01 Temmuz 2023, 15:05 | #8 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Neptün Gezegeni, Yörüngesi, Uyduları, Halkası Neptün gezegeni ,Neptün’ün yörüngesi, Neptün’ün uyduları ve Neptün halkası hakkında bilinmesi gerekenler Neptün gezegeni, Güneş Sistemi’ndeki sekizinci gezegendir. İlk olarak Galileo Galilei tarafından keşfedildi. Fakat hareket hızının anlaşılamamasından dolayı bir yıldız olduğu düşünüldü. Keşfi ise matematiksel hesaplamalar sonucu gerçekleşti. Fransız astronom Urbain Le Verrier ve İngiliz astronom John Adams’ın Uranüs’ün yörüngesindeki bazı sıradışı değişimleri fark edip, değişimin oluştuğu bölgede başka bir gezegenin bulunması gerektiği tezini oluşturmalarının ardından aranmaya başlandı. Ve 23 Eylül 1846 tarihinde Alman astronom Johann Galle Neptün’ü teleskop aracılığıyla tespit etti. Günümüzdeki ismi diğer bütün gezegenler gibi antik Roma ve Yunan tanrılarından geliyor. Neptün, antik Roma deniz tanrısıdır. Yunan mitolojisindeki karşılığı Poseidon’dur. Neptün’ün Fiziksel Özellikleri Neptün’ün bulut örtüsü, henüz tanımlanamayan bir bileşikten kaynaklanan, özellikle hidrojen-helyum atmosfere sahip gezegenlerde olduğu gibi metan gazının oluşturduğu kırmızı ışığın emilmesinin bir sonucu olarak, canlı bir mavi renk tonuna sahiptir. Neptün’ün fotoğrafları, mavi bir gezegeni bizlere gösteriyor. Atmosferi altında su, amonyak ve metan izlerinin yoğun, sulu bir akışkan karışımına sahip olduğu ve yaklaşık Dünya’nın kütlesinin 17, hacminin ise yaklaşık 58 katına sahip olduğu için genellikle buz devi olarak adlandırılır. NASA, Neptün’ün kaya çekirdeğinin neredeyse Dünya’nın kütlesine eşit olduğunu düşünüyor. Neptün’ün bir diğer ilgi çekici özelliği ise üzerinde oluşan rüzgarların 2400 kilometre/saat hıza ulaşabilmesi olarak görülüyor. Bu özelliğiyle Güneş Sistemi’ndeki en hızlı rüzgarlara sahip. Bu rüzgarlar, Voyager 2‘nin 1989’da Neptün’ün güney yarımküresinde oluşan büyük bir karanlık fırtınada gözlemlendi. Oval biçime sahip bu saat yönünün tersine dönen “Büyük Koyu Leke”, tüm Dünya’yı içerecek kadar büyüktü ve batıya doğru yaklaşık 1200 kilometre/saat hızla hareket ediyordu. Bu fırtına, Hubble Uzay Teleskobu ile daha sonra aradığında kaybolmuş görünüyordu. Hubble, son on yıl içinde iki Büyük Koyu Leke’nin görünümünü ve ardından kaybolmasını açıkladı. Neptün’ün manyetik kutupları, etrafında döndüğü kutuplarla karşılaştırıldığında yaklaşık 47 derece eğimlidir. Bu nedenle, Dünya’nın yaklaşık 27 kat daha güçlü olan gezegenin manyetik alanı, her dönüş sırasında son derece etkili bir salınmaya maruz kalır. Ayrıca bilim adamları, gaz devi Neptün’ün üzerindeki bulut oluşumlarını inceleyerek Neptün gezegeninin bir gününün 16 saatin altında kaldığını hesapladılar. Neptün’ün Yörünge Özellikleri Neptün gezegeni eliptik, oval biçimindeki yörüngesi gezegeni, Güneş’ten yaklaşık 4,5 milyar kilometrelik ortalama bir uzaklıkta veya Dünya’ya oranla yaklaşık 30 kat daha uzakta tutar. Böylece Neptün gezegeni çıplak gözle görünmez hale getirir. Neptün, yaklaşık 165 Dünya yılında Güneş etrafındaki yörüngesini tamamlar ve keşfedildiğinden bu yana ilk yörüngesini 2011’de tamamladı. Plüton her 248 yılda bir Neptün’ün yörüngesinde, 20 yıl kadar boyunca hareket eder ve bu süre boyunca Plüton Güneş’e Neptün’den güneşe daha yakın olur. Bununla birlikte, Plüton, 2006 yılında astronomi kurulu tarafından cüce gezegen sınıfına dahil edilmesinden dolayı Neptün Güneş’ten en uzaktaki gezegen olma sıfatını taşıyor. Yörüngesinin Güneş’e ortalama mesafesi: 4,498,252,900 km. Dünya’dan 30.069 kere daha uzak. Günberi (Yörüngesinin Güneş’e en yakın mesafesi): 4,459,630,000 km. Dünya’dan 29.820 kere daha uzak. Günöte (Yörüngesinin Güneş’e en uzak mesafesi): 4,536,870,000 km. Dünya’dan 30.326 kere daha uzak. Neptün’ün Uyduları Neptün, Yunan mitolojisinden isimler taşıyan 14 uyduya sahiptir. Şimdiye kadarki en büyüğü, 10 Ekim 1846’da amatör astronom William Lassell tarafından keşfedilen ve Lassell’in isim sahibi olduğu Triton. Triton, Neptün’ün tek küresel biçimli uydusudur. Gezegenin diğer 13 uydusunun düzenli bir şekli yoktur. Ayrıca Triton, büyük uydular arasında gezegeninin tersine dönen tek uydudur. Büyük uyduların genellikle gezegenin oluşumu sırasında oluştukları düşünüldüğü için gezegen ile aynı yönde dönmesi beklenilir. Küçük uydular ise gezegenin yer çekimine daha sonradan kapılmış olabilirler. Bu yüzden farklı yönde dönebilirler. Triton’un bir zamanlar Neptün gezegeninden kopmak yerine daha sonradan yakaladığı bir cüce gezegen olabileceğini düşünülmektedir. NASA’ya göre. Neptün’ün yer çekimi, Triton’u gezegene daha da yakınlaştırıyor; bu demek oluyor ki, milyonlarca yıl sonra Triton, yerçekimi kuvvetinin etkisiyle parçalamasına yetecek kadar yakınlaşacak. Triton’un yüzey sıcaklıklığı eksi 235 dereceye ulaşabiliyor ve bu özelliğiyle güneş sisteminin en soğuk yerlerinden biri olarak biliniyor. Bununla birlikte, Voyager 2, iç kısımları ılık görünen buz gibi maddeleri 8 kilometreden yukarı doğru patlatan gayzerler keşfetti. Bilim adamları buz ile kaplı uydu üzerindeki yeraltı okyanus olasılığını araştırıyor. Ayrıca 2010’da Triton’da mevsimlerin var olduğu keşfedildi. Bilim adamları 2013’te SETI ile çalışarak, Neptün’ün Naiad adındaki “kayıp” uydusunu Hubble Uzay Teleskobundan gelen verileri kullanarak yakaladı. Voyager 2, 1989’da bu uyduyu keşfettiğinden beri bu 100 kilometre genişliğindeki uydu görülmemişti. Ayrıca 2013 yılında Hubble Uzay Teleskobu ile gözlem yapan bilim adamları, “S/2004 N 1” olarak adlandırılan 14. uydusu bulundu. Neptün’ün en küçük uydusu sadece 18 kilometre genişliğindeydi. Bu uyduya geçici bir isim verildi. Çünkü 2004 yılında çekilen görüntülerden keşfedilen ilk uydu olma özelliğini taşıyor. Neptün’ün Halkaları Neptün’ün halkaları üniform değildir. Yay şeklinde parlak büyük kaya kümelerinden oluşuyorlar. Halkaların diğer gezegenlerin halkalarına göre nispeten daha genç ve kısa ömürlü olduğu düşünülüyor. 2005 yılında ilan edilen gözlem sonuçlarına göre, Neptün halkalarının, daha önce düşünüldüğünden çok daha dengesiz olduğunu fark edildi. Hatta bazı halkaların her geçen zaman gezegenden uzaklaştığını destekleyen kaynaklar da mevcut.. |
01 Temmuz 2023, 15:05 | #9 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Satürn’ün fiziksel özellikleri, gizemleri, yörüngesi, halkaları ve uyduları ile ilgili genel bilgiler… Satürn gezegeni, güneşten en uzak altıncı ve güneş sistemindeki ikinci büyük gezegendir. Satürn, Yunan mitolojisinde Titanların efendisi Cronos’un antik Roma’daki ona karşılık olan tanrının ismiydi. Satürn, İngilizcede cumartesi kelimesinin kökünden türemiştir. Satürn’ün bir diğer özelliği ise, çıplak gözle Dünya’dan görülebilen en uzak gezegen olmasıdır. Fakat gezegenin en önemli özelliği olan Satürn’ün halkaları çıplak gözle görülemez, sadece teleskop kullanarak gözlemlenebilir. Güneş Sistemi’ndeki diğer dev gezegenlerden Jüpiter, Uranüs ve Neptün’ün de halkaları olsa da şüphesiz ki Satürn’ün halkaları diğerlerinki ile kıyaslanamayacak kadar olağanüstüdür. Satürn’ün İlginç Özellikleri
Satürn Gezegeni Fiziksel Özellikleri Satürn çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşan bir gaz devidir. Dev olarak adlandırılmasının sebebi ise, Dünya ile karşılaştırıldığında, 760’dan fazla Dünya’yı içine alabilecek ve Dünya’nın kütlesinin yaklaşık 95 katı kadar büyüktür. Bununla birlikte tüm gezegenler arasında Satürn’ün yoğunluğu (687 kg/m³) en düşük olanıdır. Ve ilginçtir ki sudan bile hafiftir. Şöyle örnek verelim: Eğer ki Satürn’ü içine alabilecek kadar büyük bir havuz olsaydı, Satürn batmazdı. Satürn’ün atmosferinde görülen sarı ve altın rengindeki hatlar, üst atmosferde oluşan yüksek hızlı rüzgarların sonucudur. Ayrıca bu rüzgarlar ekvatorun çevresinde gezegenin içinden yükselen ısı ile birleşerek, 1,800 km / saat hıza kadar çıkabilir. Satürn gezegeni, Jüpiter haricindeki diğer gezegenlerden daha hızlı dönüyor. Satürn’ün 1 günü yaklaşık 10.5 Dünya saatine karşılık geliyor. Bu hızlı dönüş, Satürn’ün ekvatordan şişmesine ve kutuplarında düzleşmesine neden oluyor. Gezegenin ekvator çapı, kutup çapından 13,000 kilometre daha geniştir. Satürn’ün son zamanlardaki en büyük gizemi, kuzey kutbunu çevreleyen dev altıgen olabilir. Her birinin kenarı yaklaşık 12.500 km ve neredeyse dört Dünya’yı içine alabilecek kadar büyüktür. Fakat, bazı görüşler olsa da, buna neyin sebep olduğu halen belirsizliğini koruyor. Satürn’ün kutup bölgesindeki altıgen şeklin görünümü Satürn’ün atmosferinde her Satürn yılında bir kere (yaklaşık 30 Dünya yılı) dev fırtınalar ortaya çıkar. Bunun sonucunda gezegende var olan sıcaklık ve rüzgar döngülerini bozar. 1876’dan bu yana altı tane fırtına gözlemlendi. Ve bunlardan sonuncusu 2011 yılında Satürn yörüngesinde bulunan NASA’nın Cassini uzay aracı tarafından gözlemlendi. Satürn’ün Kompozisyon ve Yapısı Atmosfer kompozisyonu (Hacim olarak):% 96.3 moleküler hidrojen,% 3.25 helyum, amonyak, az miktarda metan, hidrojen deuterid, etan, amonyak hidrosülfür aerosolleri, su buzu aerosolleri ve amonyak buz aerosolleri Manyetik alan: Satürn gezegeni, Dünya’dan 578 kat daha güçlü bir manyetik alana sahiptir. Kimyasal kompozisyon: Satürn gezegeninin, muhtemelen amonyak, metan ve sudan oluşan bir dış çekirdek ile çevrelenmiş, demir ve kaya malzemelerinden oluşan sıcak katı bir iç çekirdeğe sahip olduğu düşünülüyor. Daha üst tabakasında ise, yüksek düzeyde sıkıştırılmış, sıvı metalik hidrojen tabakası, bunu takiben viskoz helyum ve hidrojen bölgesi bulunuyor. Ve atmosfere doğru yaklaşıldıkça hidrojen ve helyum tabakası gaz halini alıyor ve atmosferi ile birleşiyor. Çekirdek yapısı: Satürn’ün Dünya’dan 10-20 kat daha büyük bir çekirdeğe sahip olduğu düşünülüyor. Satürn’ün Yörüngesi Güneş’ten ortalama mesafe: 1.426.725.400 km. Dünya ile karşılaştırıldığında: Dünya’dan 9.53 kat daha uzak. Günberi (Güneş’e en yakın mesafe): 1.349.467.000 km. Dünya ile karşılaştırıldığında: Dünya’dan 9.17 kat daha uzak. Günöte (Güneş’ten uzak mesafe): 1.503.983.000 km. Dünya ile karşılaştırıldığında: Dünya’dan 9.89 kat daha uzak. Satürn’ün Uyduları Satürn’ün en az 62 uydusunun olduğu biliniyor. Gezegen ismini, antik Roma mitolojisindeki Titanların efendisinden aldığı için, Satürn’ün uydularının çoğuna diğer Titanların yanı sıra Gallic, Inuit ve Norse mitlerinden devlerin isimleri verilmiştir. Günümüze kadar Satürn’ü Pioneer 11, Voyager 1, Voyager 2 ve Cassini olmak üzere dört uzay aracı yakından gözlemledi. Ve her bir uzay aracı halkalar ile ilgili daha önceden bilinmeyen şeyleri ortaya çıkardı.Satürn’ün en büyük uydusu olan Titan, Merkür’den biraz daha büyük ve Jüpiter’in ayı Ganymede’nin ardından Güneş Sistemi’nin en büyük ikinci uydusudur. (Dünyanın uydusu Ay, beşinci büyük uydudur.) Titan çok kalın ve azot bakımından zengin bir atmosfer tarafından örtülüdür. Bu atmosferin, Dünya’da yaşamın oluşmasından çok daha öncesinde, Dünya’nın sahip olduğu gibi bir atmosfer olabileceği belirtiliyor. Fakat önemli bir farkı da bulunuyor. Çünkü, Dünyanın atmosferi uzaya yaklaşık 60 km’lik mesafedeyken, Titan da bu mesafe yaklaşık 10 kat daha fazladır. Atmosferi, Dünya’da bulunan fosil yakıtları oluşturan bir takım hidrokarbonlar ve kimyasallar içerir. Ayrıca, yakın tarihli bir çalışmada, gezegenin atmosferinde plastik üretmek için kullanılan bir kimyasal olan propilen tespit edildi. Satürn’ün bazı uyduları bir takım ilginç fiziksel özelliklere sahiptirler. Pan ve Atlas uçan bir disk gibi şekillenmiştir, Iapetus, tıpkı bir Yin ve Yang sembolü gibidir; bir tarafı kar gibi parlak ve bir tarafı kömür kadar karanlıktır. Enceladus, güney kutbunda görülen gayzerlerden belli aralıklarla su ve diğer kimyasal maddeleri dışarı atarak, buz kaplı yüzeyinin altındaki su varlığının kanıtlarını gösteriyor. Ve Prometheus ve Pandora gibi uydulara, çoban uydular ismi verilir. Çoban uydular isimlerini, halkaları yörüngelerinde tutmak için halka malzemeleriyle etkileşime girmelerinden ötürü almışlardır. Satürn’ün Halkaları ve Keşfi Bazen Satürn’ün halkaları sanki yokmuş gibi görünür. NASA tarafından yayımlanan bu fotoğrafta bunu görebiliyoruz. Satürn’ün halkaları, Güneş Sistemi’ndeki en geniş yapılardan birisidir. Gezegenin halkaları yaklaşık 400.000 km genişliğindedir. Bu genişlik Dünya ile Ay arasındaki uzaklığa eşittir. Ayrıca halka sayısının 500 ile 1000 sayıları arasında olduğu düşünülüyor. Cassini uzay aracı Satürn’e 2004 Temmuz’da ulaştığında Satürn’ün uydularını ve halkalarını incelemeye başladı. Cassini, fırlatıldığında üzerinde Huygens isimli bir sonda bulunduruyordu. Bu sondayı Satürn’ün en büyük uydusu olan Titan’ın atmosferine iniş yaptırdı ve uydu ile ilgili çok önemli bilgiler elde etmeyi başardı. Uzay aracının Satürn sistemindeki cisimler üzerine gözlemler yaptığı dönemde, Satürnün özellikleri hakkında elde ettiği birçok bilginin ardından, 2017 yılında görevini tamamladı. Galileo Galilei, Satürn’ün halkalarını 1610’da gören ilk kişiydi, fakat teleskobunda bu halkalar tam olarak günümüzdeki gibi görünmüyordu. Satürn’ün ince, düz halkalarının olduğunu söyleyen ilk kişi ise, daha güçlü bir teleskobu olan Hollandalı gökbilimci Christiaan Huygens oldu. İlerleyen dönemlerde daha da güçlü teleskoplara sahip gökbilimciler, Satürn’ün milyarlarca buz ve kaya parçacıklarından oluşan halkalarının bulunduğunu keşfettiler. Bu kaya ve buz parçacıklarının boyutları bir şeker parçasından bir evin büyüklüğüne kadar değişiyor. Halkaların içerisindeki malzemelerin kuyruklu yıldızlardan, asteroitlerden veya parçalanmış uydulardan kalıntılar olduğu düşünülüyor. Satürn halkalarının içerisinde bulunsaydınız, gördükleriniz buna benzer olurdu. Satürn’ün halkaları gezegenden binlerce kilometre mesafelere uzanmasına rağmen, ana halkalar genellikle sadece 30 metre kalınlığındadır. Ayrıca Cassini-Huygens uzay aracı, halkaların bir kısmında dikey oluşumlar ortaya çıkarmıştır. Satürn’ün halkalarının D,C,B,A,F,G,E bölümleri ve bu halkaların arasında kalan uydularının konumları Halkalar genellikle alfabetik sıraya göre keşfedildikleri sırada sıralanır. Genellikle, birbirlerine nispeten yakınlardır. Fakat bir kilit istisna bulunmaktadır. Cassini Bölümü tarafından, yaklaşık 4,700 km genişliğindeki bir aralıktan kaynaklanıyor. Gezegenden çıkan ana halkalar C, B ve A olarak biliniyor. En içteki kısım, son derece soluk olan D halkasıdır ve bugüne kadarki en eski kısım 2009’da ortaya çıkarılmıştır. Satürn’ün uyduları da Jüpiter gibi oldukça fazla sayıdadır. Ve birçoğunun halen bulunamadığı düşünülüyor. Fakat buradaki durum Jüpiter’den biraz daha farklı, çünkü Satürn’ün halkaları yeni uyduların bulunmasını zorlaştırıyor. TitanSatürn’ün uydularından en büyüğü olan Titan, Satürn’ün çevresindeki kütlenin yüzde 96’lık kısmını oluşturuyor. Astronomlar, Satürn’ün sisteminin aslında bu gibi iki ayı barındırabileceğini düşünüyor. Fakat ikinci olarak var olduğu düşünülen uydu parçalandı ve daha küçük uydular ile halkalardaki parçalar oluştu. Satürn’ün ilk uydusu 1655 yılında keşfedildi. Bunun ardından 200 yıllık bir periyotta diğer büyük uydularından yedi tanesi daha keşfedildi. 1997 yılına kadar astronomlar, gezegenin yörüngesindeki 18 uyduyu daha buldular. Diğer uydular ise, NASA’nın Cassini uzay aracı tarafından geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkarıldı. Satürn’ün önemli 8 uydusu ve bilgileri aşağıdaki gibidir. Titan, Satürn’ün uyduları arasındaki en büyüğü ve ilk keşfedilenidir. Titan, Güneş Sistemi’ndeki uydular arasında kayda değer bir atmosferi olduğu bilinen tek uydudur. Atmosferinin büyük bir bölümü azot ve metan gazları oluşturuyor. Böylesine bir atmosfere sahip olması Satürn’ün uydularından biri olan Titan’ı Güneş Sistemi’ndeki yaşanabilir uydulardan biri olarak gösteriyor. Ayrıca Titan, hacim olarak [Foruma üye olmadığınız sürece forum içeriğindeki bağlantıları görüntüleyemezsiniz. Foruma üye olmak için TIKLAYIN!] Merkür’den büyüktür, fakat Merkür kadar bir kütlesi yoktur. MimasSatürn’ün En Büyük Uydusu Titan 2005 yılında Cassini uzay aracı üzerinde bulunan Huygens sondası bu gezegenin atmosferine giriş yaparak yüzeyine inmişti. Mimas, Satürn’ün uyduları içerisinde küresel şekle sahip olan en küçük uydudur. Ayrıca Güneş Sistemi’nde kendi büyüklüğüne oranla yüzeyinde bu kadar büyük kraterler bulunan bir başka obje bilinmiyor. TethysSatürn’ün ıydusu Mimas ve yüzeyindeki devasa krater Mimas, gezegen halkalarının ikisi arasındaki Cassini bölümü olarak bilinen boşluğu temizleyen uydu olarak tanımlanıyor. Mimas’ın büyük bir kısmının su buzundan oluştuğu düşünülüyor. Hatta yüzeyinin altında sıvı halde bir okyanusun varlığı konusunda araştırmalar sürüyor. Tethys, Satürn’e oldukça yakın bir yörüngede bulunuyor. Bu yüzden Satürn’ün yerçekimi etkisi uyduda hissedilebilir düzeyde. Tethys fiziksel özellikleri bakımından diğer uydulardan ayrılır. Yüzeyinin tamamen buz ile kaplı olduğu ve bu yüzden en parlak uydular listesinde önemli bir yeri olduğu biliniyor. EnceladusEnceladus, Güneş Sistemi’nde bilinen jeolojik aktiviteye sahip en küçük objedir. Bu özelliğini de güney kutbundaki yüzlerce gayzer ile elde ediyor. Gelgit ile ısınan uydunun buzul yüzeyinin bir kısmının erimesiyle, bu sıvı yüzeyden dışarıya çıkıyor. Dışarıya çıkan bu parçacıklar, Satürn’ün E yüzüğünü oluşturuyor. Enceladus’un buzul yüzeyi onu Güneş Sistemi’ndeki en parlak nesnelerden biri haline getiriyor. Ayrıca yaşanabilecek objeler listesinde üst sıralarda bulunuyor. HyperionSatürn’ün Uyduları – Enceladus 1848 yılında W.C.Bond tarafından keşfedilen Hyperion, bu yönüyle keşfedilen Satürn’ün önemli uydulardan sonuncusudur. Hyperion, düzensiz bir görünüme sahip küçük bir aydır. Şekil yönünden diğer büyük uydulara oranla oldukça yassıdır. Hyperion muhtemelen düşük yoğunluğu ve gözenekli yüzeyi nedeniyle süngerimsi bir şekle sahiptir. DioneSatürn’ün Uydusu Hyperion ve Süngerimsi Yüzeyi Hyperion, Satürn’ün en büyük uydusu Titan’a yakın bir konumda bulunuyor. Bu yüzden Titan’ın etkisi altındadır. Hyperion, tam olarak belli bir çapa sahip olmasa da, 270 kilometrelik ortalama çapıyla, Mimas’tan en küçük ve daha hafiftir. Dione’nin su buzuyla çevrili yoğun kayalık bir çekirdeği olduğu düşünülüyor. Uydunun arka bölümü oldukça büyük kraterler bulunduruyor. Gökbilimciler, bir çarpışmanın ayı kendi ekseni üzerinde döndürebileceğini düşünüyorlar. Dione, ince bir oksijen atmosferine ev sahipliği yapar ve yüzeyinin altında sıvı bir okyanusa sahip olabilir. Bu yönüyle yaşanabilir özelliklere sahip bir objedir. IapetusSatürn’ün iç uyduları arasında en büyüğü olan Dione, jeolojik olarak hareketli olma ihtimali vardır. Satürn’ün en büyük üçüncü uydusu olan Iapetus, İtalyan astronom Giovanni Domenico Cassini tarafından 1671-1684 yılları arasından keşfedilen 4 dört uydudan birisidir. RheaSatürn’ün uydusu Iapetus ile ön ve arka yüzeylerinin görünümü Iapetus da Satürn’ün diğer büyük uyduları gibi yüzeyinden oldukça büyük kraterler bulundurur. Rhea, oldukça kraterli bir uydudur ve merkezinde bir çekirdek bulundurmaz. Bunun yerine, tamamen buzdan oluşur ve içerisinde çeşitli boyutlarda kaya parçaları bulunur.
Satürn’ün en büyük ikinci uydusu olan Rhea, Dünya’nın uydusu olan Ay’ın yaklaşık yarısı kadardır. Uydu, Güneş Sistemi’nde bilinen tek oksijen atmosferi olan gezegenimiz Dünya’da bulunanın yaklaşık 5 trilyon katı daha az yoğun ve hafif bir oksijen atmosferi barındırıyor. Satürn manyetosferinden gelen radyasyon buzlu yüzeyden oksijen ve karbondioksit salmasına yol açıyor. |
01 Temmuz 2023, 15:06 | #10 |
Kullanıcıların profil bilgileri ziyaretçilere gizlidir. |
Yanıt: Gezegenler Hakkında Bilgi; Genel ve Fiziksel Özellikleri, Tarihçesi
Jüpiter Gezegeni, Yörüngesi, Uyduları ve Halkaları
Jüpiter, Güneş Sistemimizin en büyük gezegenidir. Bu özelliğinden dolayı ismini antik Roma tanrılarından en büyüğünden almıştır. 1610 yılında Galileo’nun Jüpiter’in dört büyük uydusunu(Io, Europa, Ganymede ve Callisto, günümüzde Galile ayları olarak bilinir) keşfettiğinde, bu astronomi tarihi için büyük bir kilometre taşı olmuştu. Bu, Dünya dışında bir gezegenin etrafında dönen nesnelerin ilk keşfiydi. Jüpiter’in Fiziksel Özellikleri Jüpiter, Güneş Sistemimizdeki diğer gezegenlerin toplamının iki katı kadar büyüktür. Yaklaşık 80 kat daha büyük olsaydı, gezegen yerine bir yıldız olabilirdi. Şu andaki haliyle bile kendi uydularıyla ufak bir güneş sistemi görünümündedir. Ayrıca Jüpiter’in toplam hacmi 1300 Dünya’ya eşittir. Bölgelerdeki beyaz bulutlar donmuş amonyak kristallerinden oluşurken, diğer kimyasalların daha koyu bulutları oluşturuyor. En derin görünür seviyelerde mavi bulutlar vardır. Durağan olmaktan çok, bulutların çizgileri zaman içinde değişir. Atmosferin içinde elmas yağmurları gökyüzünü doldurabilir. Jüpiter’deki en olağanüstü özellik şüphesiz, 300 yıldan uzun süren kasırga benzeri bir fırtına olan Büyük Kırmızı Nokta‘dır. Büyük Kırmızı Nokta, Dünya’nın üç misli çapındadır ve kenarı yaklaşık 360 km / saat hızında döner. Fırtınanın rengi genellikle tuğla renginden hafif kahverengiye değişir, Jüpiter’in bulutlarındaki amonyak kristallerinden az miktarda kükürt ve fosfor bu renk değişiminde etkilidir. Jüpiter’in devasa manyetik alanı, güneş sistemindeki tüm gezegenlerin yaklaşık 20.000 katı daha güçlüdür. Bu manyetik alan NASA’nın Galileo sondası gibi ağır korumalı bir uzay aracına bile zarar verecek güçtedir. Bir insan için ölümcül seviyenin 1000 katından daha yüksek radyasyon düzeyiyle Jüpiter şu anlık yaşanabilir bir ortam sunmuyor. Bu radyasyon 1 ile 3 milyon kilometrelik bir alanı etkiliyor. Jupiter, Dünya için 24 saat ile karşılaştırıldığında ekseninde bir dönüş gerçekleştirmek için 10 saatin biraz altındayken diğer gezegenden daha hızlı döner. Bu hızlı dönüş Jüpiter’i ekvatorda şişirir ve kutupları düzleştirir, böylece gezegenin ekvatorda kutuplara oranla yüzde 7 daha geniş olmasını sağlar. Jüpiter’in Yapısı Atmosfer İçeriği : Hacimce % 89.8 hidrojen,% 10.2 helyum, az miktarlarda metan, amonyak, hidrojen deuterid, etan, su, amonyak buz aerosolleri, su buzu aerosolleri, amonyak hidrosülfür aerosolleri Manyetik Alan : Dünya’nın manyetik alanından 20.000 kat daha güçlü. İç Yapısı : Dünya’nın kütlesinin 10 katı büyüklüğündeki çekirdeği, çoğunlukla gaz halindeki ve sıvı haldeki hidrojenden yapılmış bir atmosferde, gezegenin çapının yüzde 80 ile 90’ına uzanan akışkan bir metalik hidrojen tabakası ile çevrelenmiştir Jüpiter’in Yörüngesi Jüpiter’in Yörüngesi (Günberi ve Günöte mesafeleri)Güneş’e ortalama uzaklık : 778.412.020 kilometre. Dünya’ya kıyasla 5.203 kat daha uzak. Günberi (Güneş’e en yakın mesafesi) : 740.742.600 kilometre. Dünya ile karşılaştırıldığında 5.036 kat daha uzak. Günöte (Güneş’e en uzak mesafe) : 816.081.400 kilometre. Dünya’ya kıysla 5.366 kat daha uzak. Jüpiter’in Uyduları Jüpiter’in en az 63 uydusu bulunuyor. Şu anda Io, Europa, Ganymede ve Callisto olarak adlandırılan Jüpiter’in en büyük dört ayı Galileo Galilei tarafından keşfedildi ve günümüzde Galile uyduları olarak biliniyor. Ganymede, Güneş Sistemi’ndeki en büyük uydudur. Merkür ve Plüton’dan bile büyüktür. Aynı zamanda kendi manyetik alanı bulunan tek uydudur. Ayrıca, Ganymede’nin yüzeyinin altında buzdan bir okyanus tabakasının bulunduğu düşünülüyor. Jüpiter’in Galile UydularıIo, Güneş Sistemi’ndeki en volkanik olarak aktif cisimdir. Yanardağlarının sızdırdığı kükürt, Io’ya, lekeli sarı-turuncu bir görünüm verir. Jüpiter’in yerçekimi İo üzerinde gelgit etkisi yaratarak, volkanik aktivitenin devam etmesine yardımcı oluyor. Europa‘nın donmuş kabuğu çoğunlukla su buzundan oluşur. Ve buz tabakasının altında bir okyanus olması muhtemeldir. Buz Okyanusu, Callisto ve Ganymede’nin kabuklarının altında da bulunabilir. Bu sıvıdan bazıları güney kutbunda yeni bulunan tek tük çatlaklardan sızarak yüzeyden dışarı fırladı. Bu uydunun yaşamı barındırma potansiyelinden dolayı, NASA Europa’yı keşfetmek için kaynak talep etti. Callisto, dört Galilei uydusu arasında en düşük yansıma oranına sahiptir. Bu, yüzeyinin koyu, renksiz bir kayalar ile kaplanmış olduğunu düşündürmektedir. Jüpiter’in Halkaları Jüpiter’in üç halkası bulunuyor. Bu halkalar NASA’nın Voyager 1 uzay aracı tarafından 1979 yılında keşfedildiğinde oldukça şaşırtıcı geldi. Her biri Satürn’ün halkalarından daha sönüktür. Ekvatorunda bulunan ana halka yaklaşık 30 km kalınlığında ve 6,400 km genişliğindedir. Jüpiter’in Halkalarının Görünümüİç taraftaki halkaya Halo ismi veriliyor. Yaklaşık 20.000 km kalınlığındadır. Halo, Jüpiter’in manyetik alanı ile etkileşime girerek genişler. Ana halka ve Halo, küçük ve koyu renkli parçacıklardan oluşur. Şeffaflığı nedeniyle Gossamer halkası olarak bilinen üçüncü halka, aslında Jüpiter’in üç ayından Amalthea, Thebe ve Adrastea’yı da içerisinde bulundurur. Muhtemelen çapı 10 mikrondan az, sigara dumanı içinde bulunan parçacıklarla yaklaşık aynı büyüklükteki toz parçacıklarından oluşur ve gezegenin merkezine yaklaşık 129.000 km mesafeye uzanır. Jüpiter Araştırmaları ve Keşifler Jüpiter’e Pioneer 10, Pioneer 11, Voyager 1, Voyager 2, Ulysses, Cassini ve New Horizons uzay araçları olmak üzere yedi misyon gerçekleştirildi. Pioneer 10, Jüpiter’in radyasyon bandının ne kadar tehlikeli olduğunu açıklarken, Pioneer 11, Büyük Kırmızı Nokta ve kutup bölgelerinin yakın plan resimleri hakkında veri sağladı. Voyager 1 ve 2, gökbilimcilerin Galile uydularının ilk ayrıntılı haritalarını oluşturmasını, Jüpiter’in halkalarının keşfedilmesini ve Io’nun volkanlarının bulunmasını sağladı. En son gönderilen Juno adında bir başka uzay aracı Jüpiter’e doğru yola çıktı ve 2016 yılında gezegene ulaşarak inanılmaz fotoğraflar paylaşmaya başladı. Jüpiter’in Uydusu Amalthea 1904 yılında Himalia, 1905 yılında Elara, 1908 yılında Pasiphaë, 1914 yılında Sinope, 1938 yılında Lysithea ile Carme, 1951 yılında Ananke ve 1974 yılında Leda keşfedildi. Voyager uzay sondaları 1979’da Jüpiter’e ulaşıncaya kadar 13 ay keşfedildi, Voyager ise Metis, Adrastea ve Thebe isimleri verilen üç uydu keşfetti. 1999 ile 2003 yılları arasında, gelişmiş teknikler kullanan astronomlar, Scott S. Sheppard ve David C. Jewitt tarafından yönetilen ekip 34 Jüpiter uydusu daha keşfettiler. 2003 yılında beri ek olarak 16 uydu bulundu. Bunlarla birlikte Jüpiter’in uyduları sayısı 67’ye çıktı. |
İçeriği Sosyalleştir |
Etiketler |
bilgi, fiziksel, genel, gezegenler, hakkında, tarihçesi, Özellikleri |
Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 1 (0 üye ve 1 konuk) | |
|
|
|
|
ForumAdası, tüm hakları saklıdır. Kurucu: Jön TüRk Forum Sorumlusu: Zeze Geliştiriciler: Regex & Cry Tasarımcı: Mango
Powered by vBulletin® Version 3.8.6
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd. Altyapı bilgilerini okuduğunuz vBulletin yazılımı ForumAdası üzerinde lisanslı bir şekilde kullanılmaktadır. |
ForumAdası; internet ortamında kullanıcıların içerik üretmelerine, bu içeriklerin de önceden onaya tabi tutulmaksızın yayımlanabilmesine olanak sağlayan bir forum sitesidir. Forum siteleri, tıpkı sosyal medya ve interaktif sözlükler gibi 5651 sayılı kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının "m" bendine göre Yer Sağlayıcı olarak faaliyet göstermekte olan, hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten platformdur. 5651 sayılı kanunun 5. maddesine göre yer sağlayıcı, yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü değildir. Başka bir deyişle ForumAdası üzerinden yapılan yazılı, görsel ya da işitsel paylaşımlardan doğabilecek yasal sorumluluk, mezkur içeriği paylaşan ForumAdası üyesi gerçek kişilere aittir. İlgili kanunun anılan maddesinin 2. fıkrasında da çok açık bir biçimde öngörüldüğü üzere; yer sağlayıcı, yer sağladığı hukuka aykırı içerikten, ceza sorumluluğu ile ilgili hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu Kanunun 8 inci ve 9 uncu maddelerine göre haberdar edilmesi halinde ve teknik olarak imkân bulunduğu ölçüde hukuka aykırı içeriği yayından kaldırmakla yükümlüdür. Açıklanan hukuki dayanaklar temelinde, hak ihlâli iddiasında bulunan hak sahipleri İLETİŞİM linkinden yer sağlayıcı ForumAdası yöneticilerine ihtarda bulunarak bahse konu hususu tebliğ etmeleri halinde incelemeler yapılıp, en geç 2 gün içerisinde gerekli işlemler tesis edilecektir. 5101 sayılı yasayla degişik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince ForumAdası üzerinde telif hakkı bulunan MP3, video vb. eserlerin paylaşımı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hak sahipliği verilmiş olan MÜ-YAP tarafindan yasaklanmış olup, yasal işlem olması halinde, paylaşan kişi ya da kişilerin bilgileri gerekli kurum ile paylaşılacaktır. |