
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Japonya ekonomisi büyümeye ve hızla sanayileşmeye başladı. Japonya’da az doğal kaynak olduğu için, gelişen sanayilerin birçoğu kömür, demir cevheri veya çelik hurda, kalay, bakır, boksit, kauçuk ve petrol gibi ithal hammaddelere bağımlı hale geldi. Birçoğu, Amerika Birleşik Devletleri’nden ya da Güneydoğu Asya’daki Avrupa kolonilerinden gelen bu ithalata erişimi olmaksızın, Japonya’nın sanayi ekonomisi durmuş olacaktı. Bununla birlikte, uluslararası ticarete katılan Japonlar 1941 yılına kadar gelişmiş denebilecek bir sanayi ekonomisi inşa ettiler. Bu esnada Japonya, giderek daha da güçlenen ordu ve donanmasını desteklemek için bir askeri-endüstriyel kompleks kurdu. Bu silahlı kuvvetler, Japonya’nın, Kore’nin ve Çin’in kuzeyi dahil olmak üzere Pasifik ve Doğu Asya’daki çeşitli yerlerine genişlemesine ön ayak oldu. En nihayetinde Filipinler’e kadar uzanan Amerika için bir tehdit unsuru haline gelmeye başladı. Aynı zamanda, Batılı uluslarla yapılan birçok pakt Japonya’nın Amerika Birleşik Devletleri gözünde bir tehdit unsuru haline gelmesinin önünü açıyordu.
Japonya’nın 2. Dünya Savaşı Öncesi Hazırlıkları
İlk olarak, Japonya 27 Eylül 1940’da Almanya ve İtalya ile üçlü pakt imzaladı ve böylece savaş Avrupa’dan Asya’ya bağlandı. Bu hareket, Çin’i faşizme karşı küresel mücadelede potansiyel bir müttefik yaptı. Sonra 1941’in ortalarında Japonya, Sovyetler Birliği ile bir tarafsızlık paktı imzaladı ve Japonya’nın askerini Amerika Birleşik Devletleri’nin menfaatleri bulunan Güneydoğu Asya’ya ilerleteceğini açıkça ortaya koydu. Vichy Fransası ile yapılan üçüncü bir anlaşma, Japon güçlerinin Hindistan’a taşınmasını ve güney taarruzuna başlamasını sağladı. forumlar, genel forum sitesi forumadasi.com
Pearl Harbor saldırısından önceki dört yılda ABD, Japonya’da çok gerekli olan petrol, benzin ve hurda metalleri üzerindeki ambargolar da dahil olmak üzere her zamankinden daha kısıtlayıcı ticari yaptırımlar uyguladı. Bunu takiben topraklarındaki tüm Japon varlıklarını dondurdu. Diğer Batılı ülkelerin de benzeri yaptırımlar uyguladı. Böylelikle Japonya, ithal ettiği petrolün yaklaşık %90’ına ve yurtdışı ticaretinin dörtte üçüne erişimini kaybetti. Ülke sanayisini yalnızca üç yıl sürdürmesi tahmin edilen Japon petrol rezervleri ile yetinmek zorunda kaldı. Japonya, giderek çaresizleşti ve hali hazırda Batı devletleri tarafından işgal edilmiş petrol zengini Güneydoğu Asya’ya yöneldi.
ABD Savaş Sekreteri Henry Stimson, 25 Kasım 1941’de günlüğüne şunları yazmıştı: [Roosevelt] [Japonlar tarafından] saldırıya maruz kalacağımızı gündeme getirdi. Ona göre sorun şuydu, karşı tarafı savaş başlatmaları yönünde kışkırtırken ülke olarak fazla hasar almamak.
27 Kasım’da Stimson, ABD Pasifik komutanlarına şu telgrafı yolladı: Japonya ile yapılan barış müzakereleri ikinci bir emre kadar feshedildi. Japonların taarruza geçmesi bekleniyor. Ancak gerilimin devam etmesi durumunda ilk saldırının Japonya’dan gelmesini bekleyeceğiz.
Kasım 1941’de yapılan bir dizi görüşmede, Japonya nihayetinde, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer batılı ülkelerin ambargolarını kaldırması ve Çin’e yardım etmeyi bırakması durumunda, güneydeki Endonezya’dan geri çekilmeyi ve Güneydoğu Asya’nın diğer bölgelerine girmemeyi teklif etti. Ancak ABD, Japonya’nın koşulsuz olarak Çin’den çekilmesini ve bölgedeki diğer oyuncularla saldırmazlık anlaşmaları imzalamasını talep ederek karşı çıktı. ABD kamuoyunun Çin yanlısı tutumu, Japonların Çin’den çekilmesini gerektirmeyecek bir karara varmayı zorlaştırdı. Böyle bir durum Japonya’nın askeri otoritelerini köşeye sıkıştırdı.